Ölü İnsanlar Görüyorum
- Çocuk: Şimdi sana sırrımı söylemek istiyorum.
- Adam: Peki!
- Ç: Ölü insanlar görüyorum.
- A: Rüyalarında mı?
- …
- A: Uyanıkken mi?
- …
- A: Mezarda, tabutta ölü insanlar mı?
- Ç: Normal insanlar gibi ortada dolaşıyorlar, birbirlerini görmüyorlar. Sadece görmek istediklerini görüyorlar. Ölü olduklarını bilmiyorlar.
- A: Onları hangi sıklıkta görüyorsun?
- Ç: Her zaman, her yerdeler
6. His filminden hatırlıyoruz çok kült olmuş bu repliği. Şimdi ben de size kendi sırrımı söylemek istiyorum, ben de ölü insanlar görüyorum hem de her zaman her yerde. Benim gördüklerim de normal insanlar gibi ortada dolaşıyorlar, birbirlerini görmüyorlar, ölü olduklarını bilmiyorlar. Benim gördüklerim de görmek istediklerini görüyorlar. Soluk alıp veriyorlar, kanlı canlılar, yemek yiyorlar, su içiyorlar, yürüyorlar, oturuyorlar, hatta benim gördüğüm ölüler karşılarına bilgisayar koyarsan çalışıyorlar. Kalifiye ölüler benimkiler.
Benim gördüklerim; sürekli eleştiriyorlar. Başkalarını, yapılanları, ne olduğu fark etmeksizin “şeyleri” sürekli eleştiriyorlar. Birazcık dikkatle şıp diye tanırsınız onları “Bunu neden böyle yaptın ki?”, “O kod öyle mi yazılır abi?”, “Böyle test yapılır mı kardeşim?”, “Proje Yönetimi bu değil”… Gel sen yap desen, gel sen tasarla desen, gel tarif et desen ya sesleri çıkmıyor ya da daha yüksek tonda bağırarak ortamı terk ediyorlar. Çünkü sadece o söyledikleri yere kadar biliyorlar başka bir şey bilmiyorlar.
Benim gördüklerim; sürekli haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar. “Ben daha fazla çalışıyorum ama öteki torpilli müdürden”, “Bak beni müdür yapmadılar şunu yaptılar, çünkü sahnesi çok iyi ama gerisi boş.”, “Hayır o ne yapıyor da benden daha fazla maaş alabiliyor, geçen gün duydum aldığı maaşı, ben de elimi oynatmam artık.”. Sürekli mağdurlar, sürekli hakları yeniyor, sürekli bu türden farkındalıkları var ama harekete geçemiyorlar, çünkü hareket etmeyi bilmiyorlar.
Benim gördüklerim; başkalarının seçimlerini yaşıyorlar. Sürekli başkalarının öğütlerini dinliyorlar, başkalarının tariflerini uyguluyorlar, başkalarının söylediklerini yapıyorlar. Çünkü böylesi çok daha kolay, çünkü eğer başarısız olurlarsa başkalarını suçlayabiliyorlar. Matrix filminden Morpheus ekrandan fırlasa gelse elinde bir kırmızı bir de mavi hap. “Al dese seç birisini” benim gördüğüm ölüler ısrarla Morpheus’a sorar “Sen hangisini seçerdin?” diye. Morpheus ısrarla cevap vermezse de “En çok hangisi seçiliyor?”, “Bir arkadaşıma sormaya vaktim var mı? Azıcık bekler misin?” derler.
Benim gördüklerim; hiç risk almıyorlar, risk almaktan ölesiye korkuyorlar. Çünkü riskin sonunda olası yaşayabilecekleri başarısızlığın mevcut durumlarını tehlikeye atacağını düşünüyorlar. Fikirleri olsa bile bunları dile getirmekten korkuyorlar çünkü fikrinin Kabul edilmemesi –ki çok normal- onların yaşadıkları toplum içerisinde rezil eder diye düşünüyorlar. En basit riski bile almak yani farklı fikirde olmak istemiyorlar daha ötesini hayal dahi edemiyorlar.
Benim gördüklerime göre hata varsa o kendilerinde değil hep başkalarında. Eğer görünmediğini düşünüyorsa bu durumu tarif etme cümlesi “Beni görmüyorlar” oluyor. Eğer sesini duyuramıyorsa “Beni duymuyorlar” diyor. Eğer bir fikri hayata geçmemişse “Anlattım ama anlamadılar” eğer birilerini ikna edememişse “Ben çok söyledim ama beni dinlemediler” diyor. Bir sonraki soruyu kendilerine sormuyorlar, “Peki görmediler, duymadılar, anlamadılar da sen neden devam etmedin? Neden pes ettin?”. Anlattıklarını dikkatli dinlerseniz hep diğerleri hatalı. Dikkat ederseniz hep diğerlerinin arkasına saklanıyorlar.
Benim gördüklerim; hergün bir önceki güne uyanıyorlar. Sonsuz bir rutin içerisinde hergün uyanıyor, işe gidiyor, rutin işlerini yapıyor, rutin eleştirilerini, rutin şikayetlerini, rutin bildikleri ne varsa onları uygulayıp akşamları da rutin dinlenmelerini yapıp rutin uykularına geçiyorlar.
Benim gördüklerim; hep hayat (ya da kader de diyebiliriz adına) kurbanı. Ya doğduğu yer ya ailesi ya yetiştiği ortam ya okulu ya öğretmenleri ya arkadaşları yani kendinden başka herkes suçlu oluyor. Onların gözünde başarılı olanlar hep hayattan torpilli. Diğerlerinin ailesi, yetiştiği ortam, okulu, öğretmenleri, arkadaşları ya da her ne ise hep özel, özenli.
Şans faktörü hep benim gördüğim ölülerin karşısında olmuş ve hiç yüzlerine gülmemiş. Şansın öyle durup dururken, evlerinde boş boş otururken onları bulması gerektiğini düşünüyorlar. Sanıyorlar ki başaranlar da kendileri gibi bir akşam evlerinde çaylarını keyifle yudumlarken birileri aradı ve “Fikrinizi duyduk çok da beğendik sizi destekliyoruz, banka hesabınıza ihtiyacınız olan teşvik miktarını yatırdık haydi hayırlı olsun daha ihtiyacınız olursa söyleyin sizi sonsuz teşvik ederiz” dediler.
En önemlisi de benim gördüğüm ölüler hayal kuramıyorlar. Yamuk yumuk da olsa bir hayalleri yok. Hani çocuklara sorduğunuzda “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” mutlaka bir cevapları olur “Doktor, hemşire, mühendis, öğretmen, başbakan, astronot, futbolcu, basketbolcu, polis, asker…” benim gördüğüm ölülere soruyorum bazen 10 sene sonra nerede görüyorsun kendini? İlk etapta bir şaşkınlık oluyor tabi gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kısa bir donma anından sonra kimisi “dalga geçme yaa” diyor, kimisi ya emekli olmayı ya da ikramiyeden para çıkarsa evde ayaklarını uzatıp oturmayı, kimisi hayattan şanstan şikayet edip aynı şekilde devam edeceğini söylüyor.
O çok şikayet edilen başarılı olanlara bakıyorum mutlaka bir hayalleri oluyor, sürekli çalışıyorlar, hatayı önce kendilerinde arıyorlar, risk alıyorlar, düşseler de ayağa kalkıyorlar, asla pes etmiyorlar, şikayet etmiyorlar, çare düşünüyorlar, seçimler yapıyorlar, gerçeğin rahatsız edici tarafını kabul ediyorlar, risk alıyorlar, hayatın getirdiklerini olduğu gibi alıp faydaya doğru kullanıyorlar.
Madem bıkmadan bu yazıyı buraya kadar okudun eğer içinde küçük bir kıvılcım oluştuysa belki de bu yazı senin bundan sonraki hayatının ilk adımını atmana neden olacak. Gel birlikte bir oyun oynayalım, yüksekçe bir yere çıkalım, yukarıdan bir yerlerden sana bakalım. Oyunumuzun temel kuralı şu; gördüğün rahatsız edici şeylerde başkalarını suçlayamazsın, başkası hatalı olsa bile o anda ya da o andan sonra sen ne yapabilirdin ona odaklanacaksın yani topu taça atmak yok. Ne görüyorsun? Kim o? Ne istiyor? Hedefi, amacı, hayali ne? O hayal için ne yapıyor? Olduğu yerde dönüp duruyorsa daha farklı ne yapabilir? Ona bazı tavsiyeler ver desem ne derdin ona? Sen söyleyeceksin ona yapması gerekeni çünkü senden başka kimse ona onun için daha iyi olanı söyleyemez.
Olur da bu oyunu oynarsan ve kendin için bıkmadan usanmadan doğru olanları yaparsan kazanacaksın. Işte o gün beni bul, bir kahve ısmarlamamı iste benden, anlat olanları. Nasıl başardığını, nasıl mutlu olduğunu anlat. Anlat ki “bu dünyada en az bir kişiye faydalı ol” hayalim gerçekleşsin. Anlat ki bugüne kadar bana karşılıksız yapılan yatırımların borcunu biraz olsun ödeyebileyim. Bir kahve içme şansımız olmayabilir hatta tanışmayabiliriz ama sen sana uzaktan bakmaktan ve her daim kendi seçimlerinle hak ettiğin hayatı yaşamaktan vazgeçme. Ne olursa olsun daha mutlu olacaksın.