Otomotiv sektörü kendini yeniden tanımlıyor
2018’de hibrid elektrikli, 2020’de ise otonom sürüş özellikleri olan sürücüsüz yerli prototip araçları tamamlayarak İstanbul’da saha testlerini yapmayı planlayan AVL Türkiye, üçüncü Ar-Ge merkezini de gündemine aldı.
Otomotiv teknolojilerinde dünyanın önde gelen mühendislik firması AVL’nin 2008’den bu yana Türkiye’de faaliyet gösteren kuruluşu AVL Türkiye, 2016 itibariyle ikinci Ar-Ge merkezinde ilk yerli sürücüsüz ve hibrit elektrikli araç teknolojilerini geliştirmeye başladı. AVL Türkiye Genel Müdürü Dr. Umut Genç, küresel bazda 30’dan fazla AVL merkezi arasında Avusturya’daki ana merkeze düzenli teknoloji ve mühendislik sağlayan iki merkezden biri olan AVL Türkiye’nin bu kapsamda, Türkiye’de yerli tasarım mekanik ve elektrikli sistemler odaklı çalışmalarını arttırma kararıyla, ilk Ar-Ge merkezinin açılmasından kısa bir süre sonra Haziran 2016’da ikinci Ar-Ge merkezini faaliyete geçirdi. “Şirket cirosunu 2016 yılında 2015 yılına kıyasla avro bazında yüzde 14 büyüterek 5.2 milyon avroya ulaştırdık” diyen Dr. Umut Genç, ekledi: “Bu büyüme ile AVL Türkiye; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından “Türkiye’nin en hızlı büyüyen 100 şirketi” arasında otomotiv mühendisliği alanında ödül alan tek şirket oldu.” AVL Türkiye’nin 2017 hedefi yüzde 20 büyüme ile ciroyu 6 milyon avronun üzerine çıkartmak. Dr. Umut Genç, “2008 yılında 6 mühendis ile başladığımız yolculuğumuzda 2010’dan bu yana her yıl yüzde 39 olmak üzere toplamda ciromuzu 8, çalışan sayımızı 7 kat arttırdık” dedi. Otomotiv endüstrisinde cari açığın azalması için motor, transmisyon ve kontrol yazılımı gibi ara ürünlerde yerlilik oranının artması önemli. Bu doğrultuda Türkiye’nin yerli motor, transmisyon, elektronik kontrol ünitesi gibi kritik otomotiv alt sistemleri tasarımında öncü olduklarını vurgulayan Dr. Umut Genç, “İkinci Ar-Ge merkezimizde çalışmalarla 2018’de hibrid elektrikli, 2020’de ise otonom sürüş özellikleri olan sürücüsüz ilk yerli prototip araçları tamamlayarak İstanbul’da saha testlerini yapmayı planlıyoruz” dedi. Üçüncü Ar-Ge merkezi odaklı beklentisini de dile getiren Genç, hedef ve stratejileri hakkında sorularımızı yanıtladı:
Türkiye pazarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zorlu yanlarına baktığımızda, Türkiye pazarı, ileri teknolojide sığ bir pazar. Karşı tarafta hem ihtiyaç farkındalığı yaratmak gerekiyor hem de bizim gibi bir firmayla çalışmanız için güçlü bir markanızın olması lazım. Bu konuda ABD, İngiltere veya Almanya gibi olmadığımız için Türkiye’de hizmetlerimize ihtiyaç duyan sınırlı endüstri var. Bu projelerin hiçbiri bugünden yarına bitecek, ucuz projeler de değil. Ciddi bir yatırım ve 3-4 yılı bu yatırımlara ayırma gücünde, yani küresel bir marka olmanız lazım. Bizim geliştirdiğimiz teknolojiler, üretim tarafında yapılmayan işler. Dünya ile kıyasladığımızda, Türkiye bu tarz ileri teknoloji projelerinde işin başında. Bu nedenle projelerimiz ve ciromuzun yüzde 70’i ihracata dönük ve yurtdışına yaptığımız işler katlanarak artıyor.
2017 yılı için Türkiye pazarında hedefleriniz neler?
Özellikle elektrikli ve otonom araç teknolojilerinde projelerimiz var. Bu amaçla ekibimizi de hızlı biçimde büyütmek istiyoruz. Giderek daha çok proje bize geliyor ve İK’mızı hızla geliştirmemiz lazım. Küresel bazda yıllık cironun yüzde 10’u Ar-Ge’ye ayrılıyor. Türkiye’de ise yaptığımız her şey zaten Ar-Ge. Hızlı büyüyoruz ve bu nedenle yeni bir Ar-Ge merkezi gündemimizde. Ar-Ge 3 binamız, 2018 yılında hayata geçecek gibi görünüyor.
Türkiye’de yaptığınız çalışmalar ağırlıklı olarak neleri içeriyor?
Daha çok ‘geleneksel dünya’ diyebileceğimiz motor geliştirme, transmisyon geliştirme, yani işin makine tarafı güçlü. Ama bu alanda büyüme hızı azalmaya başladı. Ayrıca Türkiye’de bu dünya ligine girmek için ‘ne kadar yatırıma, ne kadar riske hazırsın’ gibi soruları yanıtlayabilmek gerek. Misal, bir otonom minibüs için birkaç yıl Ar-Ge yapıp, bu yatırımın geri dönüşünü Türkiye pazarında ne kadar sürede alabileceksiniz? Bu otonom minibüsü yurtdışına satabilecek, minibüsün ilgili ülkelerdeki servis ve satış ağını kurabilecek misiniz? Bu soruları sorduğumuzda iş büyüyor. Güçlü markalar, kendi iç birimleri ve bizimle bağları kurar, hesabını ve yatırım geri dönüş beklentisini doğru kurgular. Oysa bizde bu tarz güçlü markalar az olduğu için yerelde yapılan Ar-Ge projeleri ile markalaştırma ve satış süreçleri konusunda soru işaretleri beliriyor.
TÜBİTAK 1515 Öncül Ar–Ge Laboratuvarları Destekleme Programı ve bu programdaki konumunuz hakkında bilgi verir misiniz?
Hem TÜBİTAK hem Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’ndan (TYDTA) önemli destekler alıyoruz. Bize her konuda hep destek oluyorlar ve bu da bizi motive ediyor. Bu gibi büyük projelerde devlet desteği çok önemli. Sonuçta küresel bir rekabet var ve herkes bu tarz bir projeyi kendi ülkesinde yapabilmek istiyor. Bu tarz bir teknoloji geliştirmek, ülke adına stratejik bir adım. Bu işi iyi öğrenirseniz tüm dünya kapınıza gelir. Bu yönüyle AVL Türkiye’yi ileri mühendislikte Türkiye’deki en yetkin okullardan biri olarak görüyoruz.
Sultanbeyli ve Sancaktepe’de iki Ar-Ge merkezimiz yan yana ve bu projeyi Sultanbeyli’de, yani Ar-Ge 2’de hayata geçireceğiz. Burada konu ileri elektrikli bir araç ve paralelinde otonom bir araç toplamak istiyoruz. Geleneksel bir aracı alacak, burada bir partner ile yol almayı tercih edecek, aracı elektrikliye dönüştüreceğiz ve kendi şanzıman yazılımımız, transmisyon yazılımımız, kendi bataryamız, kendi elektrik sürücümüz ve algoritmamız olacak bu araçta. İkinci olarak ise yine bir araca kendi kameramızı, radarımızı, sensörlerimizi, kendi yazılımlarımızı ekleyip otonom araç olarak yollarda test etmek istiyoruz.
Türkiye’de elektrikli ve hibrid araç potansiyelini, hem bireysel farkındalık hem kamu yatırımları açısından nasıl görüyorsunuz?
Potansiyel çok yüksek. Büyük şehirlerimiz var ve hibrid araçlar, trafiğin en yoğun olduğu yerlerde öne çıkıyor, verimliliği artırıyorlar. İçten yanmalı motorlarla dur kalk yaptığınız zaman verimsiz kalıyor, fazla yakıt harcıyorsunuz. Bu nedenle İstanbul’un bile potansiyeli birçok Avrupa şehrinden daha yüksek. Ama Avrupa ülkeleri bize kıyasla daha uzun soluklu düşünebiliyor, teşvikler veriyorlar. Londra’da herkes 6 pound karşılığında şehir merkezine girebilirken, ‘elektrikli aracın varsa bedava gir’ diyor kamu. Saati 5 pounddan park ederken, elektrikli aracı bedava park etmek mümkün. Bunlar söz konusu araçları çekici kılıyor. Hem yakıt tüketimini azaltıyor hem çevresel etkiler sağlıyor ve yerel yönetim de çevreciliğini göstererek reklamını yapabiliyor. İlk adım teşviklerse, ikincisi de altyapı.
Nasıl bir altyapıdan bahsediyoruz?
Elektrikli araç için şarj istasyonlarını yapılması, şebekenin güçlendirilmesi lazım. Bir anda elektrik kesintileri ile karşılaşmamak için bu gerekli. Ayrıca araçta otonom yapı, resmin sadece bir parçası. Akıllı şehirler ve akıllı altyapı dediğinizde, akıllı araçların birbiri ile konuşması gerek. Böylece otonomun bir üst seviyesine çıkıyor, farklı araçların ortak bir akıl yaratabildiği mimariyi hayata geçiriyorsunuz.
Kamu yönetimleri ve regülatörler, sigorta şirketleri gibi paydaşların bu gelişime bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son 2-3 yılda tüm bu paydaşlarda farkındalık önemli biçimde arttı. Özellikle batıda bu konuda yenilikler hızlı ilerliyor. Tüm bu paydaşlar, bu konuda gelişimi ve attıkları adımları fırsat olarak görüyor. Sigorta şirketleri misal, yeni bir pazarlama aracı ile daha çok insana seslenme imkanı bulabiliyor. Örneğin İngiltere’de bir sigorta şirketi, mobil cihaza yüklenen uygulaması ile sürücünün konumunu alıyor, kişinin sürüş kalitesine bakıyor ve bundan sonra prim kararını veriyor. Sigorta sektörü bu yeniliği fırsat olarak görüyor. Kanun yapıcılar da özellikle ABD’de buna önem veriyor.
Peki otomotiv sektörü, bu kadar paydaşın etkisinin artmasını nasıl karşılıyor?
Bundan 5 yıl önce hoşumuza gitmiyor, ‘otomotivi otomotivciler bilir’ diyorduk. Ama artık herkesin önceliği; en güçlü paydaşları bir araya getirmek, en iyi ekibi kurmak, bu yarışta kazanan olmak. Bu amaçla üreticiler hem birbirleri ile ortaklıklar kuruyor hem de misal telekom veya yazılım firmaları, çip üreticileri ile işbirlikleri yapıyor. Rekabet değişiyor ve en güçlü ekibi kim kurar, pazara en iyi ürünü, en doğru şekilde, en uygun maliyetle kim getirirse o kazanır. Tesla’nın, Google Car’ın popülaritesi de bu işbirliği ilgisini pekiştirdi. Burada zamanlama çok önemli. Özellikle girişimler ve yenilikler için maddi destek süreçlerinde hızlı karar alıp uygulamaya geçebilmek gerek. Çünkü bizim gibi gelişen ülkelerde en iyi teknolojiyi yapan kazanacak. Burada yaptığım işi Almanya’da yapmanın minimum 2 kat maliyeti var. Bu nedenle sen işini iyi yapar, hızlı karar alır, hızlı destek süreçlerinden yararlanabilirsen, iş de sana aktarılır.