Seçim ortamı
Milletvekili adayları Yüksek Seçim Kurulu’na bildirildi. Böylece seçim ortamına girmiş olduk. İlginç bir durum, ilk kez, adayların eğilimlerine bakarak partilerin izleyecekleri yollar kestirilmeye çalışılıyor. Sanırım yeni meclisin, başta anayasa, yönetim şeklimize değişiklikler getirmesi bekleniyor, merak bu yüzden.
Kuşkusuz, seçmen bir tek şeye oy verecek: Daha iyi bir yaşam vaadi. Partiler de buna ilişkin sağlık, konut, altyapı, işsizlik, geçim güvencesi gibi gönenç düzeyini artıran çözümlerini anlatacaklar. 45 yıldır seçmenim, hiçbir partinin, seçim bildirgesi denilen elma şekerinin; yüzeyden yalanacak şekerli kısmının altına inip, elmanın mayhoş tadına değindiğini görmedim. Ama asıl olay o mayhoş kısımda: bir ülkenin gönenç düzeyi, “yabancının parasını aldığı” oranda yükseliyor; yabancıya para ödedikçe de düşüyor. Arada dalgalanmaları dış borçlanma ile kapatmak mümkün ama sürekli artan dış borçla gönenç düzeyini hep yükselme eğiliminde tutmak mümkün değil.
Özal’dan bu yana, yabancının parasını almak konusunda alışmadığımız teknikler kullandık. Çoğu taşınmaz olan varlıklarımızı sattık. Ama esas olan varlıklarınızı satmadan yabancının parasını alabilmek. Günümüz sanayi ve bilgi çağında bunu kendi üniversitelerinizde geliştirdiğiniz temel yetkinlikleri, kendi sanayi kuruluşlarınızda teknolojiye çevirip, kendi ürünlerinizde kullanarak sağlayabilirsiniz (Bkz. geçen haftaki yazım). Gerçi, yabancı tasarım bir ürünü ülkemizdeki fabrikalarda üreterek de yabancıdan para kazanabilirsiniz ama, kazanç miktarı bu seçenekte ilkine göre çok düşük kalır.
Bu süreci günümüzdeki gibi “serbest piyasa ekonomisi”ne bırakabilirsiniz; ya da Kore’nin çeyrek asır önce yaptığı gibi yönetirsiniz, o zaman gündeme bir “bilim ve teknoloji bakanlığı” gelir. Bu bakanlığı, İstanbul Sanayi Odası’nda 6-7 yıl önce ele almışız. İlginç ve hâlâ güncel saptamalar var. Ancak, TÜSİAD’ın bu konudaki (o zamanki) duruşunda olduğu gibi: Koordinasyonu sağlayacaksa bir bakanlık yararlı; bürokrasiyi artıracaksa “bırakın dağınık kalsın!”