Seçme kültürü
Yeni kuşak hatırlamaz, 1978 krizinde mahallede haber yayılırdı: “Asya Pazarı’na Sana gelmiş”. Hemen koşar, kuyruğa girer iki adet margarinimizi alırdık. İşten döndüğümde arabaya atlayıp oğluma süt aramaya çıkardım. Şişe sütü, tek marka idi, bulamazsam, Çamlıca’ya doğru çıkar, inek besleyenlerden açık süt alırdım. Haftada bir Şile’ye gider arabama tepeleme odun doldururdum, fuel-oil yoktu, odun sobası ile ısınıyorduk. Tabii gecelerimiz de, 20 litre benzin (oktanı hak getire, tek tip) alabilmek için benzin kuyruğunda geçerdi. Bizim kuşağın seçme kültürü, yokluklar içinde, güdük kaldı.
Günümüzün rekabetçilik üzerine kurulu ekonomisi, tüketiciye, birçok marka ve her birinde çokça çeşit arasından seçme olanağı tanıyor. Toplum da buna alışmış görünüyor. Ama her alanda değil. Üreticiler de marka bağımlılığı yaratmak, az satan ürünlerini tüketicilerin marka etkisi ile çok satanların uğruna almasını sağlamak için çalışmaktalar. Tüketiciyi küçük gördüğü izlenimi veren, bir malın satışını sağlamak amacıyla kullanılan, “… size yeter!” sloganları, artık görünmüyor. Ama toplumun seçme kültürünün her alanda geliştiğini söylemek de henüz mümkün değil.
Uydudan, havadan evlerimize ulaştırılan TV ve radyo yayınlarını hâlâ kendi beğenimize göre şekillendiremiyoruz. Yayıncının görüşüne göre demetlenmiş kanalları (broadcast) veya beğenisine ve bütçesine göre seçilmiş film ve dizi paketlerini ücretli yayın (narrowcast) olarak toptan alıp arasında sıçramalarla (zapping) kendimize seçenek yaratma peşindeyiz. Öyle ki beğendiğimiz iki program çakışsa, birini seyredip diğerini kaydetme olanağı bize sunuluyor. Ama bir türlü ısmarlama video (video on demand) mantığını oluşturamadık. Halbuki ADSL altyapımız artık bu tür hizmetleri tüketiciye ulaştırmaya uygun hâle geldi.
Bakalım ne zaman, haberleri bir haber merkezinden, sinema filmini film dağıtıcılarından birinin arşivinden, dizileri bir dizi toptancısının dizi bankasından, yorumları yorumcular ajansından tek tek seçerek ve bedelini tek tek ödeyerek izleyebileceğiz?