Somun pehlivanı
23 Nisan’a özel bir önem veririm. Ulusal egemenliğimizin simgesidir 23 Nisan bayramı. Egemenliğimizi, günümüz Cumhuriyetini kurduğumuzda ilan etmiş, İstiklâl Savaşı’nda akıl ve silah zoruyla, üstün bir birliktelik ve dayanışma sonucu kazanmış, Lozan’da tescil ettirmişizdir. Bunu korumanın, elde tutmanın yolu ekonomik güç, onu elde etmenin yolu da kendi teknolojisine sâhip olmaktır. Ben de işin hep bu tarafını öne çıkartmaya çalışırım. Gerçi, egemenliğimizde kendi ellerimizle yaptığımız indirimler nedeniyle artık daha çok bağımsızlık (istiklâl) ve özgürlük (hürriyet)lerden söz etmekteyiz ama henüz egemenliğimizi kaybetmiş de değiliz. Egemenliğin önemi, size, özgürlüklerinizin sınırlarını, bağımsızlığınızın kurallarını kendi kendinize belirleme üstünlüğü vermesi.
Küreselleşme adı altında bir oyun sürmekte. Biz de sahadayız. Hevesle de oynamaktayız. Küreselleşmeyi sevdik. Yaptığımız karşılaşmalarda çok da gol oluyor. Ama nedense bütün goller bizim kaleye giriyor. Bakınız Türkiye’de kaç yabancı banka var, yurtdışında kaç Türk Bankası var? Maçın sonunda futbolsever ağzıyla, “Hatice’ye değil neticeye bak”ılıyor. Küreselleşmeyi çok iyi kullanabildiğimizi söylemek (umarım yanılıyorum) mümkün değil. Kaç ülkede kaç şirket Türkiye’den verilen lisansla üretim yapıyor? TÜİK açıklasa da öğrensek.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılında 500 milyar dolar ihracat hedefliyoruz. TİM toplantısında dile getirildiği üzere, o yıl 600 milyar dolardan fazla da ithalat öngörülüyor. Demek ki, o sene dış ticaret açığımız, bu seneki ihracatımız kadar olacak. 100 milyar dolarlık farkı da “bir şeyleri daha satıp” kapatacağız. Giderek sıra, Ayasofya ve Sultanahmet’e kadar gelecek. “İthalata dayalı büyüme” buna işaret ediyor. Halk ağzında, “somun pehlivanı” diye bir tanım vardır. Cüsseli ama güçsüz, çelimsiz kişiler için kullanılır.
Ülkenin bir somun pehlivanına dönüşmemesi için kendi teknolojilerimizi üretmek ve bunun dış satımını yapmak gerek. Ama, nasıl? Bilişim, kendi teknolojisini üretmede başı çektiğine göre bunu da siz düşünün!