Sosyal medya
Midas’ın berberinin, öğrendiği gizemi, bir kuyuya söyleyerek sergilemesi aslında ilk sosyal medya örneklerinden biri.
Düşünün, çok katlı bir apartmanda oturuyorsunuz. Zemin kat ile bir üzerindeki kat arasında, dairelere su taşıyan boruda ufak bir delik oluşmuş. Apartman yöneticisi, ki tesadüfen zemin katta oturuyor, sızan suyun binanın temellerine ulaşarak tahribat yapacağı gerekçesi ile sızıntıyı durduracak önlemler almak veya sızan suyu tahliye ederek zararsız hâle getirmek yerine zemin kat üzerinde kalan tüm apartmanın suyunu kesiyor. Suyun ne zaman verileceği de meçhûl. İşte Twitter ve Youtube’da olan budur. Apartmanın suyu kesiktir, kimse yüzünü bile yıkayamamaktadır, ama zemin katta oturanlar, bahçe sulayıp, balkonlarını yıkayabilmektedirler. Bu yönetim tarzının mutlaka bir tanımı vardır, ama ben, buna “yasaklarla yönetmek” diyorum.
Yasakla gitsin!
Yasaklarla yönetmek, bir yönetim kültürü olarak toplumun içine o kadar işlemiştir ki, en basit sorunların çözümünü bile, toplum, yasaklarda aramakta. Bir örnek: İstanbul Ataşehir, Gelincik Sokak. Bu sokak, Otoyol kavşağından, Mimar Sinan Camii’ne giden tek yönlü yol ile Cumhuriyet Parkı önünden diğer yöne akan bulvarın arasında, iki yönde yoğun bir trafik yükü kaldırıyor. Ama bu sokakta, sokağın iki tarafı (yasal) park yeri. Ortada kalan aralıktan ise iki araç, ancak, manevra hızları ile geçebiliyor. Dolayısıyla sokakta akış yavaş. Sokak sakinleri diyorlar ki: “Ya bu yol tek yönlü yapılsın, ya da bir tarafa park yapmak yasaklansın”. Önerdikleri iki çözüm de yasaklara dayanıyor. Düşünmüyorlar ki eğer o yol tek yönlü yapılırsa, (ya gelirken, ya da giderken) evlerine ulaşmak için 800 metre daha fazla yol gitmek zorunda kalacaklar. Park yapmak yasaklanırsa da, onlara gelen misafirler, araçlarını koyacak yer bulamayacaklar!
Düzenlemek
Yasaklamak yerine düzenleyerek yönetmek de mümkün. Örneğin, sokağın bir tarafını dikine (çapraz) park yapılır durumda düzenlerseniz, sokaktaki güncel park yeri sayısının yalnızca yüzde 20’sini kaybediyorsunuz. Park yerinin yüzde 80’ini koruyorsunuz. Buna karşılık, geliş gidiş için ferah (normlarına uygun genişlikte) iki şerit kazanıyorsunuz. Ama kimse, buna kafa yormuyor bile. Yasaklarla yöneten düşünce tarzı, toplumun içine işlemiş durumda. Yerel seçim sonuçlarına bakıldığında da bu, açıkça görülüyor.
Sosyal medya olmasa?
Sosyal medya yasaklansa ve hep yasaklı kalsa ne olur? Pek bir şey olmaz. İnsanların (yasakçı olsun olmasın) doğasındaki güdülerden biri de iletişim güdüsü. Yüzyıllar öncesine bakarsanız, Ege’de, bir “Midas’ın Kulakları” efsanesi ile karşılaşırsınız. Burada, Midas’ın berberinin, öğrendiği gizemi, bir kuyuya söyleyerek sergilediği, aslında ilk sosyal medya örneklerinden biri. Demek ki, doğamız gereği, biz başka yollarla da haberleşebiliyoruz. Yaşı yeterli olanlar, 27 Mayıs’a giden günlerde, “555K” şifresinin kulaktan kulağa yayıldığını, bunun açılımının “5 Mayıs günü saat 5’te Kızılay’da” olduğunu anımsayacaklardır.
Peki, sosyal medya yasaklanırsa bunun yaşamımıza etkisi ne olur? Birincisi “akıllı telefon”lara gerek kalmaz. Ses ve SMS yetenekleri olan telefonlar bize yeter. Bir zamanların bende nefret uyandıran gazete reklamı gibi “…. size yeter”. Benim için neyin yeterli olacağına karar veren bir gazete! Geçiniz. İkincisi, elbette, sosyal medyaya erişim olmayınca 3G ya da önümüzdeki sene sonunda ihalesi yapılıp izleyen sene hizmete girmesi beklenen 4G’ye de gerek kalmaz. “Edge” (2,5G), gerçekten size yeter! Zâten bu nedenle değil mi, twitter erişimi kapatılınca, birkaç saat içerisinde GSM işleticileri twitter’e erişimin nasıl sağlanabileceğine ilişkin duyurular yaptılar? Bu işleticiler 3G’ye yaptıkları yatırımın bedelini, sağladıkları hizmetin karşılığı olarak aldıkları paralarla ödeyecekler. Hizmet sona ererse, yeni yatırımlara para bulunamaz, ayrıca yapılmış yatırımların karşılıkları da ödenemeyebilir.
Sosyal medya olmazsa, yaşam sürer. Ama bir alt ligde. Sosyal medyasız bir ortamda en çok kayıp, ülkenin teknolojik düzeyinde olacaktır. Teknoloji, ilginç bir olgu. Teknolojiye kapılıp siz onun sürüklediği yere giderseniz, büyük olasılık sonuçtan hoşnut olmazsınız. Teknoloji, ancak, bir gereksinmeye en kullanışlı çözümü bulduğunda toplumda yer eder. Bakınız, toplumun çoğu, Steve Jobs’un onları klavye mahkûmiyetinden kurtaran “ekranı parmaklama” teknolojisine ya sâhip oldu, ya da kısa sürede sâhip olmayı planlıyor. Eğer böyle bir işlevi yoksa, edinilen teknoloji kısa sürede bir kenara bırakılıp unutulan bir oyuncak şekline dönüşür.
Ne kaybederiz?
Türk Savunma Sanayii adlı bir yazışma grubu var. Burada, bu sektörün mensupları başarılarını, ürünlerini, duyurularını paylaşıyorlar. Tam bir “interneti kullanan sosyal medya” örneği. “Öbek” olarak adlandırılan bu topluluğu, zaman zaman bir düşünce kuruluşu (think-tank) düzeyine taşıyabilecek tartışmalar yapılıyor; “hangi silah veya savunma sistemini üretmemiz”in “güzel olacağı” yazışılıyor. Ama bunların, ne amaçla kullanılacağı değil. Kuşkusuz, bir teknolojinin, transfer yolu ile edinilmesi ya da mevcutlardan esinlenilerek “kopya edilmesi” değil, yoktan var edilebilmesi için, gereksinmenin dikte ettiği ürüne, ürünün ihtiyaç duyduğu teknolojiye dayanması gerek. Başlangıç noktası ise bu teknolojiyi barındıran ürünün ne amaçla kullanılacağı. Bu başlangıç noktasını irdeleyerek en gerekli ürünleri öncelik sırasına koymak, onlara gereken teknolojileri belirlemek, ciddi bir düşünce kuruluşu eylemi. Bunu kolektif akılla yapmanın ortamı da sosyal medya. Ne yazık ki, andığım yazışma grubunda bu yönde bir hareketlilik yok. Sanırım öbek üyeleri, bir “doktriner alana” girmekten çekiniyorlar.
Sivil sektörlerde, toplumsal ihtiyaçtan teknolojiye giden yolu açıklığa kavuşturmak, bu tür çekinmelerden etkilenmeyecektir. O zaman sosyal medya üzerinden yapılacak tartışmaların, yeterli birikime ulaştığında “kendi teknolojimizi kendimizin yaratması” yolunda nasıl sonuç verdiğini hep birlikte göreceğiz.
Elbette “sosyal medya”mız varsa!
Sosyal medyaya sâhip olabilmek için de ilk önce yasaklarla yönetmekten kurtulmak gerek.