Superman plaza camına çarptı
Hava çok güzel, ufuk çizgisi net görünüyor. Annesi sabah uyanmış erkenden kahvaltısını hazırlamış, bir hafta önceden ütülemiş kıyafetlerini. Hele o pelerin var ya jilet gibi dümdüz, havada avare uçan bir kaç kuşa değse kesecek. Hayır ilk günden kuş katili olmak bir yana pelerin kana bulanacak. Yüzünde hafif alaycı bir gülümseme ile kahvaltı masasına oturdu Superman. Kendisini çok havalı, çok farklı gördü bu sabah, kimbilir kaç insanın hayatını (tamam hayatı değilse de işlerini) kurtaracaktı. Ama kolay değil anne babasının biricik Superman’i onca sene okumuş, sınavlara girmiş birçok çocuğu geride bırakarak bugüne gelmişti. Bugüne kadar harikalar yaratmadıysa bu sadece bugüne hazırlandığı içindi şimdi artık onu görecekti tüm dünya. İçinde hissettiği o karşı konulamaz büyük gücüne güç katmak için annesi ikinci tabak jambonlu omleti çoktan koymuştu önüne.
Görüştüğü ilk şirket değilse de dördüncü şirket onu işe almıştı. Neden ilki almamıştı? Çünkü bu onların hatasıydı, onlar sadece Clark Kent’i görebilecek kadar sığ görüşlü insanlardı. Onu işe almayan diğer şirketleri de Superman beğenmemişti. Tamam bu aşamada gururu çok hafif acıdıysa da bu kesinlikle Clark Kent’i görebilecek vizyonsuz insanların suçuydu. İnsanlar ne kadar vizyonsuz ne kadar dar görüşlü olabiliyordu böyle, hadi evde anne babası böyle olabilirdi ama iş dünyasında da bunlardan var mıydı?
Artık uçma zamanı gelmişti. Uçacak ve bu işin nasıl yapıldığını herkese gösterecekti. Babasının Superman’i kapıya çıktı, dış dünyaya ilk adımı atan çocuklarının ardından gururla bakıyordu anne ve babası. Havalandı Superman bir eli ileride diğeri vücuduna yapışık vaziyette yukarı yukarı daha yukarı yükseldi. Yaşadığı ev, mahalle, ilçe, şehir, ülke ve nihayet dünya gözünde küçüldükçe küçüldü. Bedeni belediye otobüsünde olsa da ruhu uçuyordu.
İşte şirketi acaba uçarak mı içeri girseydi? Hayır neydi canım bu kart meselesi? Zaten bir süre de bekletmişlerdi kapıda, şirketin kurtarıcısına böylesi bir yaklaşım kabul edilebilir gibi değildi. Kendisi toplu taşımaya mecburiyetten binmiş ve kart basmıştı ama şirket bu canım belediye otobüsü değil ki diye düşündü. Henüz kendisini tanımadıkları için bu davranış belki anlaşılabilirdi ama bu işlerin düzelmesi şarttı. Nihayet kapıdaki işi bitti ve kendi katına çıktı. Bu özensizlik onu çok rahatsız etse de çalışacağı katı yardım almadan, kimseye sormadan bulabilmesi kendisi ile gurur duymasına neden oldu. Onunla iş görüşmesi yapan, kırk yaşlarındaki müdür kendisini farketti ve gülerek yanına kadar geldi. Evet fena bir karşılama değildi ama daha şaşalı bir karşılama olabilirdi doğrusu.
Günler günleri işler işleri kovaladı Superman’imize bir türlü sevdiği işler denk gelmedi. Kendisine verilen işleri sevemiyor ve illa işin bir eksiği oluyordu. Hem neydi o geçen gün kendisinden istedikleri iş? Bir çok insanı dolaşacak, bilgileri toplayacak, bilgisayarında basit bir programa bu bilgileri girecek. Hayır istese çok güzel yapardı ama bunlar Superman’i ne zannediyorlardı? Günlerden bir gün normalde güleryüzlü olan ama o an gülmeyen müdürü onunla görüşmek istedi. Bir toplantı odasına girdiler biraz gereksiz hoşbeşten sonra müdür “Olmuyor, sana verdiğim işler bir türlü bitmiyor, bitti diye teslim ettiklerinde de birçok hata çıkıyor” dedi. Nasıl ya? Nasıl böyle bir şey söyleyebilir? Hayır ne hatası olmuş bu kadar büyütülecek? Müdürü gömüyor mu yani Superman olduğunu? Yoo görmesi lazım, hayır göğsünde kocaman bir S harfi var, yok yahu kırmızı mayosu da üstünde. Nasıl göremez Superman olduğunu? Artık iyice emindi ki ne bu müdür, ne buradaki insanlar ne de bu şirket kendisini anlayabilecek kalibrede değildi. O an karar verdi uçacaktı bu şirketten ve kendileri kaybetmişti.
Uçtu da bir kaç hafta içerisinde ve büyük bir özgürlük hissetti içinde. Yine de kurtarılacak başka şirketler olmalıydı. İş görüşmeleri yaptı, bir önceki şirketinin kendisini nasıl anlamadığını, kendisine çok haksızlık edildiğini ve şirketin büyük bir şansı nasıl kaybettiğini anlattı. Kendisinin yani babasının Superman’inin tek güçsüz yanı vardı o da kriptonit görünce yamulmasıydı ki bu dünya üzerinde kriptonit olmadığına göre buradan çıkarılabilecek tek sonuç; kesinlikle kendisini kimsenin anlamaması oluyordu.
Hergün oluyor bunlar çünkü çocuklar yetiştiriyoruz kimisi kral kimisi kraliçe, çocuklar yetiştiriyoruz kimisi uçuyor kimisi bir bakışı ile dünyayı yerinden oynatabiliyor. Çocuklar yetiştiriyoruz hiç çukura düşmemiş, düşmesine izin verilmemiş, pelerinlerinin üzerinde en küçük bir leke yok, jilet gibi ütülenmiş yıllarca. Çocuklar yetiştiriyoruz her durumda haklı olan. Çocuklar yetiştiriyoruz hiç hata yapmamış, hiç yara almamış. Çocuklar yetiştiriyoruz emeksiz yemek yemeyi düşünebilen. Çocuklar yetiştiriyoruz evlerimizde veremediğimiz değerleri almaları için okullara gönderdiğimiz. Çocuklar yetiştiriyoruz cam fanuslarda. Ve her biri masum Superman’ler yetiştiriyoruz ceplerine kriptonitleri kendi ellerimizle koyduğumuz.
Bu masum Superman’ler birgün gerçek hayatla karşılaşıyorlar. İş görüşmelerinde “Bana CEO’nuzun telefonunu verebilir misiniz? Fikirlerimi anlatmak istiyorum” diyorlar, “Bir önceki şirketim beni haketmiyordu” diyorlar, “Aslında çalıştığım tüm diğer şirketleri ben zirveye taşıdım” diyorlar, “Hayalim 2 ya da 3 sene içerisinde üst düzey yönetici olmak” diyorlar, “Görüştüğüm diğer şirketleri beğenmedim bir de sizi dinlemeye geldim” diyorlar, “Ben bu ülkede bu konuda uzman en iyi 3 kişiden birisiyim” diyorlar, “Beni kimse anlamıyor” diyorlar.
Bu masum Superman’ler çalışmaya başladıklarında, iş arkadaşları ile anlaşamıyorlar, çalıştıkları insanları kendilerine saldırıyormuş gibi düşünüyorlar, kendilerinden başka herkesi yetersiz buluyorlar, kendilerini mutlak haklı görüyorlar, başarısızlığı, hatayı hep diğerlerinde arıyolar, yaptıkları bir hata varsa da bu hata yapma sebeplerini hep başka şeylerde gösteriyorlar, yaptıkları işlere saygı duymuyorlar, bir işin ya da takımın parçası gibi hissetmiyorlar.
Ve böylece hergün jambonlu omletini yemiş onlarca masum Superman tatlı tatlı dünyayı kurtaracakken bir plaza camına çarpıp hazin bir şekilde yere çakılıyor.