Teknoloji şirketleri ne kadar teknolojik?
Bu durumu çoğu zaman “Terzi kendi söküğünü dikemezmiş” deyimiyle geçiştiriyoruz. Sizce de şapkayı önümüze koymanın, oturup konuşmanın zamanı gelmedi mi?
Bu paradoksu anlatmak için felsefeciler zaman zaman “Ateist din adamı olur mu?” diye sorarlar.
Bu soruyu uyarlayalım, teknolojiyi kullanmayan teknoloji şirketi olur mu?
20 yılı aşkın süredir içinde bulunduğum barkod otomasyon sektöründe hem rakiplerimi hem de iş gereği farklı sektörlerden binlerce işletmeyi yakından tanıma şansı buldum.
Örneğin, depo otomasyonu satan, kuran ya da depo otomasyonlarına el terminali, barkod yazıcı sağlayan şirketlerin neredeyse tümü depolarındaki stoklardan habersiz. Stokları tutmuyor. Reelde olup yazılımda görünmeyen ürünleri yeniden sipariş ediyorlar, tıpkı kendilerine başvuran firmaların şikayetlerinde olduğu gibi.
Ya da bir başka örnek; üst seviyede kreatif olmayı gereken ajansların birçoğu inanılmaz muhafazakar. Yeni mecralara, yeni teknolojilere çok karşılar. Çünkü eski teknolojileri müşteriye kabul ettirmek daha kolay, yeniyi savunmak riskli düşüncesi hakim.
Sadece “Yaptığı ürünü kullanmamak” da değil mesele. Bazı sektörler var ki onların yenilikleri en yakından takip etmesi gerekiyor. Bilişim sektörü de bunların başında geliyor.
Peki neden böyle?
Çok sebep var. İlkiyle başlayalım. Öncelikle kârsızlık -BTHaber’deki ilk yazımın konusuydu kârsızlık- o kadar ciddi bir sorun ki, şirketler günü, haftayı, ayı ve yılı geçirmeyi çok daha önemli buluyor. Hele bir de bu sarmala girdiler mi, sonu gelmiyor. Haftalar haftaları, aylar ayları, yıllar yılları kovalıyor ve işletme bir türlü durup da “Ben neden işimi, işletmemi geliştirmiyorum?” diyemiyor.
İkincisi rekabet. Rekabet o kadar boğucu ki şirketler yenilikleri sunmakta değil eskileri ne kadar uzun yıllardır yaptığıyla övünüyor. Her firma bunu yapınca da kimse risk alıp “Bu işi aslında böyle yapmak zorunda değiliz” diyemiyor. Çünkü karşı taraftaki karar vericinin de benzer kaygıları var. O da riske girmek istemiyor. Her şey yolunda giderse şirketin kararı, sorun çıkarsa ‘Sen seçtin bu çözümü, senin hatan’ denileceğini biliyor.
Hani sektörümüzü bazı meşhur markaları var, bilirsiniz. BT direktörlerinin sırf risk almamak için o markaları seçtiği anlatılır.
Bir örnek de bizden, kendi alanımızda ikinci el, yenilenmiş kategorisini geliştirdiğimizde bazı şirketlerin müthiş direnciyle karşılaştık. Düşününüz, şirketinin harcayacağı bütçe yüzde 50 azalacağı halde istemiyordu yönetici. Bir aksilik olursa “Neden sıfırını almadık?” diye okların kendisine döneceğinden endişe ediyordu. Diğer tarafta sıfır ürün de onca teste, kalite kontrol sürecine rağmen kutudan arızalı çıkabiliyordu. Ama ona kimse laf edemezdi, sonuçta X markaydı, sıfırdı.
Zaten bu yüzden de biraz daha cesur liderlere, risk alabilen yöneticilere ihtiyacımız yok mu? Ve o yöneticiler risk aldığında sonuç olumsuz olduğu takdirde ona sahip çıkabilecek liderlere.
Meşhur hikayedir, en ünlü bilişim şirketlerinden birinin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki genel merkezindeki başkan yardımcısı şirkete milyonlarca dolar kaybettirecek bir karar alır. Sonuçta stratejisi doğru çıkmaz ve sonuç kaçınılmaz olur. Tam masasındaki özel eşyalarını bir koliye koyup çıkacakken patron gelir. “Nereye gidiyorsun?” dediğinde “İşi bırakmamı isteyeceğinizi düşündüm, hani şirketin ciddi bir zarara girmesine neden oldum ya?” cevabı alınca verdiği cevap enfestir.
“Milyonlarca dolarlık bir hata deneyimine sahip bir yöneticiyi kaybedecek kadar ahmak mıyım?
Bu hikaye gerçek midir bilinmez. Türkiye’de olsa aynı cevabı alır mıydı, o da bilinmez. Ama hiç hata yapmamak motivasyonu konfor alanından çıkarmaz. İş yapar gibi görünüp iş yapmamaya yönlendirir. Hataya açık olmak gerekiyor. Hem bizlerin hem de müşterilerimizin yöneticileri hataya daha müsamahalı olursa da daha radikal, daha güçlü, daha cesur kararlar çıkabilir.
Peki sektöründen bağımsız şekilde firmalar kendileri için bu durumu nasıl değiştirebilirler?
Kendimize şu soruları sormalıyız, hele de yaz ayları gibi düşük sezonlar bunun için büyük nimet. Bir şeyleri değiştirmek için sakin zamanlar çok önemli fırsatlar malum.
1- Bu işi daha farklı nasıl yapabilirim?
2- Yaptığım iş nereye evriliyor? İleride nasıl yapılacak?
3- İşimin hangi kısımları, hangi ürünlerimiz, çözümlerimiz gelecekte yok olacak?
4- Hangi kısımları büyüyecek?
5- Şu anda sağlamadığım hangi ürün, çözüm ve hizmetleri sağlıyor olmam gerekecek?
6- Gerçek rakibim kim?
Eğer kendi işini yapan bir yöneticiyseniz bu soruları sormanızı şiddetle öneriyorum.
Biz şirket yöneticilerinin, liderlerin başlıca bir görevi var, ben bunun farkına vardığımda benim için de şirketim için de bir milat olmuştu. O görev de “Neden sizin şirketiniz?” sorusuna yeni cevaplar üretmek. Neden başka bir şirket yerine sizden alsınlar bu ürünü, hizmeti ya da çözümü?
Eğer bu soruya en az bir sapasağlam cevabınız yoksa iş hayatı şirketiniz için gerçekten yıpratıcı oluyor. Çünkü her müşteri bu soruyu soruyor, kimi zaman sesli, kimi zaman da içinden.
Dedim ya, bir şirket yöneticisinin görevinin bu olduğunu fark ettiğimden beri çok farklı bakmaya başladım. Kendi şirketimde 12’ye kadar çıkardık “Neden bizi seçmeliler?” sorusunun cevaplarını.
Bu sorulara cevap bulmak için yola çıktığınızda zaten teknolojiyi daha iyi kullanmak da farklarınızda biri olarak öne çıkacaktır.
Zira özellikle Türkiye gibi apartmanları kapısına “Satıcı / Pazarlamacı giremez” yazılan bir ülkede ürününüzü, çözümünüzü ya da hizmetinizi pazarlamak için söyleyeceğiniz sözlerin pek de önemi yoktur. Ama ürününüzü tanıtırken “Biz kendi işimizde de kullanıyoruz, şöyle faydalar elde ediyoruz” söylemi sizi satıcıdan tavsiye edene dönüştürecektir.
Baştaki sorumuza tekrar dönelim, teknoloji şirketleri ne kadar teknolojik? Ne kadar yenilikçi? Ne kadar gelişime açık? Bu soruların cevaplarını bulmak ve olumsuzsa olumluya çevirmek sadece o işletmeler için değil sektörün bütünü için de büyük fayda sağlayacaktır.
İşte o zaman sektörümüzü daha da nasıl ileriye taşırız, daha da büyük farklar nasıl yaratırız bunları konuşmaya başlarız.