Teknolojiyi kovalarken
Geçtiğimiz ay, bir işbirliği açıklandı: ASELSAN, TÜBİTAK BİLGEM ve MKR-IC, ülkemizde mikro bütünleşik devrelerin üretilebilmesine olanak sağlayacak birlikteliğe imza attılar. Kutluyorum. Olaya geniş açıdan bakmak üzere sizleri 35 yıl önceye götüreceğim.
Türk Malı Yarıiletken Teknolojisi. 1970’lerin sonunda, TÜBİTAK’ın Gebze’deki Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Enstitüsü’nün Elektronik Bölümü’nde bir çalışma başlamıştı. İki akademisyen, Prof. Dr. Duran Leblebici ve Doç. Dr. Uğur Çilingiroğlu, hiçbir yabancı firmadan bir teknoloji transferine gerek bırakmadan, literatürdeki açık bilgiye dayalı olarak ve kendi akıl güçlerinin eseri, bir yarı iletken üretim süreci (process) tasarlamışlardı. Ekipteki üçüncü akademisyen Prof. Dr. Atilla Ataman’ın, Almanya deneyimleri ile sanayi tarafı da olan bir birikimi vardı. Ben o sıralarda, o bölümde devre tasarımcısıydım. Hani bir televizyon programı vardı: “Oradaydım!”; evet oradaydım. Sonradan kıyısından köşesinden içinde olacağımı bilmeden.
Sıfırdan “çip” fabrikası kurmak. Hem de Türkiye’de ve de 1970’lerin sonunda! Araştırma laboratuarı boyutunda bir dizi cihaz toplanmaya başlandı. Kimi o fondan, kimi bu fondan, bir kısmı satın alındı, o günlerde bu işin kilit noktasında yer alan “step and repeat camera”, ikinci el olarak bulundu ve benzeri gayretlerle üretim tesisi kuruldu. Önemli bir miktar süreç kontrol birimini de bizzat iki hocanın öğrencileri kendileri tasarlayıp ürettiler. Bu tesisin adı YİTAL Yarı İletken Teknolojileri Araştırma Laboratuarı olarak konuldu. TESTAŞ, ABD’li EXAR firmasından 7 mikron bipolar teknolojisi satın aldığında, YİTAL onun bir pilot tesisi gibi çalışmaya koyuldu. TESTAŞ hiç üretime girmedi, ama YİTAL, Duran ve Atilla hocaların gayretleri ile üretime girdi ve sonradan sağlam bir öngörü ile bipolar’dan CMOS teknolojisine geçiş yaptı; gene yurt dışından teknoloji almadan.
Hesapta olmayanlar. Haftaya bir yazısını okuyacağınız, Türkiye’nin ilk güneş pilini tasarlayıp üreten Serdar Kıykıoğlu, üretim teknolojisi ekibindendi. Bir gün elinde bir pul (wafer), “bu pulun üzerinde ışığa tutunca hâre veren bir tabaka oluşuyor, neden olduğunu bulamıyoruz” diye dert yanmıştı. Ben de “gidip malzemeye bir baktırsana, organik olmasın; bizde su borularının içi zift izolasyonludur, su kesildiğinde zift parçacıkları kopar, musluğa kadar gelir, sizin su arıtma organik maddelere karşı korumasız, bu zifttir” diye fikir yürütmüştüm. Analiz sonucu tahminimi doğrulamıştı. Bundan kurtulmak için de su girişine bir kum filtre konulmasını önermiştim. Kum filtre konuldu, sorun bitti. Böyle onlarca engel aşıldı. Ama Serdar, bir daha Gebze’de o suyla yapılan çaylardan içmedi!
TIME dergisinde kapak konusu. 1980lerin başında büyük bir teknoloji kaçakçılığı TIME’a kapak konusu olmuştu. Sovyetler, örtülü isimler altında, ABD’den bir yarı iletken fabrikası kurmak için gerekli cihazları satın almışlar, bunlar Viyana ve Prag üzerinden kaçırıyorlardı. Teçhizat listesini okuduğumuzda bizi bir gülme tuttu ki, görmeyin. Bunların çoğu, bizim oradan buradan topladığımız ve kendi çabalarımızla yaptığımız cihazlardı. Gülme krizi geçince kendimizi önemsemeye başladık.
Artık “çip” yapabiliyorduk. Duran hoca, biz devre tasarımcılarına, “üretim süreci tamam, kütüphanemizde tasarladığımız transistörler de hazır, getirin devrelerinizi çipe çekelim” dedi. Herkes devresini getirdi. Üretildi, hiçbiri çalışmıyordu. Aynı pul içindeki kontrol transistorlarına, hattâ çalışmayan çipin içinde tek tek transistorlara baktığınızda onlar çalışıyordu, ama bütünü oluşturan “çip”ten ses yok. Üretim, tasarım sürecindeki tüm adımlar defalarla gözden geçirildi, her şey düzgün, ama çipler çalışmıyor. Duran hoca, “Bu durumda” dedi, “birisi silikon vâdisine gidecek, neyi yanlış yaptığımızı bulacak, gelip bize anlatacak”. Herkes gider, bunların çoğu nerede yanlış yaptığımızı bulur, ama o günün koşullarında kimse geri gelmezdi. Zâten bizden EXAR’a öğrenime gidip de dönmeyenlerin sayısı o sıralar 7-8’i geçiyordu. Beni yollamaya karar verdiler. EXAR’a gittim, çip tasarımcısı olarak çalıştım, bir çip tasarladım, ben istikrarlı biriyimdir, o da çalışmadı. EXAR’daki Türkler’den İsmail Ökter, bana nerede yanlış yaptığımı gösterdi. Tasarımı düzelttim. Çalıştı. Geri geldim. Püf noktayı paylaştım. Artık çiplerimiz çalışıyordu.
Birikim ne oldu? YİTAL’deki birikim EXAR’a bir kütüphane (Flexar library) hazırlanması ile pekiştirildi. Günümüzdeki girişimde sözü edilen gibi bir kütüphane için 250’den fazla devre tasarımı MBEAE ve İTÜ’de yapıldı. Çiçeği burnunda iken, teknoloji ihraç eder duruma geldik. İzleyen yıllarda Elektronik Ünitesinde yaşananlar, biz devre tasarımcıların çoğunun ayrılması ile sonuçlanınca, yetenek, İTÜ’de sürdü. İTÜ ETA vakfı, sanayiye özgün tümdevre tasarımına başladı. Bu vakfın iktisadi işletmesi olan kuruluş, evrim geçirerek günümüzde MKR-IC olarak yaşıyor. Adına bakıp da yabancı sanmayın o da Türk. YİTAL yıllarca ülke için kritik stratejik cihazların tümdevrelerini üretti. Günümüzde de TÜBİTAK BİLGEM’in içinde yer alıyor. YİTAL’deki yetenek yıllar içinde 7 mikrondan daha hassas düzeye, 1,5 mikrona iyileştirildi. Bunun için Duran hoca sanayiden destek aldı, NATO fonları dâhil birçok fonu kullandı, derme çatma cihazları profesyonelleri ile güncelledi. Şimdi imzalanan anlaşma ile bir tur daha gençleştirme yapılıyor.
Çekim merkezi. Ülkemizdeki tümdevre tasarımı yapan yerli ve yabancı firmalar İTÜ Teknoparkı’na toplanmış durumda. Bunun tek bir nedeni var, ETA Vakfı’nın orada olmuş olması, sanayiye dayalı öğrenimle İTÜ’den öğrenci yetiştiriliyor olması. Arz orada olunca talep de oraya gitti.
Grafen? 1980lerde yapılan atılımın günümüzdeki bir benzeri, grafen üzerine bir yarı iletken üretim teknolojisi ve kütüphanesi oluşturmak olmalı. Bu konuda önde duran Sabancı ve Bilkent Üniversite’lerinden bir girişim beklenir. Ama girişimin köklü ve kalıcı olması için bir sanayi tarafı da olması şart. Bakalım böyle bir girişimi hangi sanayici (diyelim, yeni kuşak TV’ler için) başlatacak?