Tepe nokta
Geçtiğimiz hafta birçok tepe noktadan geçti ülkemiz. Hemen hepsini gölgede bırakan YAŞ sırası ve sonrası yaşananlardı. Kulakları çınlasın eski patronum tüm yöneticilerine “kriz yönetimi eğitimi” aldıracak. Gitmemeye direniyorum. Eğitim başlayacak, tüm yöneticiler toplanmış, eğitim verilecek salona gidiyorlar, beni almaya gelmişler. Patron, “Haydi, gidiyoruz!” dedi. “Nereye?” diye sordum. “Kriz yönetimi eğitimine” dedi. “Hayrola, bir kriz mi bekliyorsunuz?” dedim. Bayağı içerledi. Ülkemizde yönetici = kriz çözen insan olarak algılanıyor. Hani neredeyse hiç kriz çıkmasa, yöneticiler onlara ihtiyaç duyulsun diye kendi krizlerini kendileri çıkartacaklar!
Asıl dikkat etmemiz gereken, ama gölgede kalan tepe nokta, Türkiye’nin, 24 saatlik enerji kullanımı açısından tarîhî bir tepe noktadan geçmesiydi. Kişisel tanımımla “kara delik”imiz en büyük hâle ulaştı. Buna gösterilen neden, sanayi üretiminin yaz nedeniyle yavaşlamaması ve olağanüstü uzun süreli sıcak ve nemli hava nedeniyle bunalanların klima çalıştırması. Sanayinin üretimi yavaşlatmaması olumlu. Klimalara yüklenmek ise hem ulaşılan gönenç düzeyini (olumlu) hem de kafa yapımızın gelişmediğini (olumsuz) gösteriyor: Enerjiyi yönetemiyoruz. Aslında, biz, enerjiyi yönetmek istemiyoruz. Geçen ay yazdığım medeniyetler sınıflandırması yazısını okuyanlar anımsayacaklardır, biz “tip 0 medeniyet”te kalmaya azimliyiz. Geçen hafta rekor fiyatlarla özelleştirilen kara deliklere (elektrik dağıtım) dikkatinizi çekerim.
Enerjiyi yönetmek adına, tüketimi azaltmak için bedelini artırsak, insanımız, sanki, “pahalı, demek ki iyi bir şey” düşüncesiyle daha fazla tüketiyor! Ben, buna nedeni, günümüzde 50 yaşına kadar olan etkin kuşağın, 1970’lerden başlayan “sürekli yüksek enflasyon ortamı”nda yetişmiş olmalarında görüyorum. Bir maliyet unsurunun bedeli artınca bunu fiyata yansıtmayı doğal karşılıyoruz, alan da “demek ki öyleymiş” mantığı ile artışa katlanıyor.
Halbuki, işin mantıklı çözümü enerjiyi yönetmek. Bilişim de bu iş için emirlerinde.