Web Sitesi ve Uçurtma
Antonioni, 1960 yapımı L’avventura filmi için yazılmış Cannes film festivali bildirgesinde: “İnsanoğlu uzayın eşiğindeyken, gereksinimlerine bütünüyle uymayan duygularla yüklüdür” demiştir. Yıllar sonra C. T. Samuels, yönetmene bu sözlerle ne demek istediğini sorduğunda Antonioni’nin verdiği yanıt, dikkatle okunduğunda tüyler ürpertici: “Demek istediğim tam olarak şuydu: Bilim kadar gelişmemiş bir kültürün yükünü taşıyoruz. Bilim adamı şimdiden aya gitti; oysa biz Homeros’un ahlakî kavramlarıyla yaşıyoruz hala. Bu çelişki, bu dengesizlik dolayısıyla, zayıf insanlar zayıf kişiler kaygılı, kuşkulu oluyorlar, çağdaş yaşamın akışına uyum zorlukları gösteriyorlar.”
Sektörmüş “gibi” yapmak ya da sektör nasıl sektör olamaz! başlıklı yazısında Etkinlik Yönetimi piyasasının can alıcı sorunlarına değinen Ulvi Yaman’ın da değerlendirmelerinde görüleceği gibi, sektörleşeme sıkıntısı yaşayan bütün piyasalarda, temel sorunlar her konuda “temel” konular zaten, önem sırası gözetmeden bazılarını sıralarsak:
• Eğitim/ Eğitmen,
• Döküman/ Kuramsal Kaynak,
• İşkolunu temsil eden, ama çıkarları farklı olan bileşenlerin örgütleri,
• Planlama ve sürecin finansmanı
• Ortak mekanlar, etkinlikler
• Yayınlar gibi daha sayısız başlıkta, çok fazla bileşen olduğunu göreceğiz.
(http://www.pazarlamadunyasi.com/Default.aspx?tabid= 5342&ItemId=712)
Uzay mekiğini “uçurtmak”
Bir “iş”in piyasada karşılığı olmasıyla, o “iş”in bir sektör sayılması ya da sektör olabilmesi arasındaki fark, 2002 yılında göçen bilim adamı Edsger W. Dijkstra’nın, meşhur sözünü anımsatıyor: “Bilgisayar biliminin bilgisayarla ilgisi, astronominin teleskopla ilgisinden fazla değildir” “Computer Science is no more about computers than astronomy is about telescopes.”
Bu cümleyi haldeki duruma tercüme edersek belki şunu diyebiliriz: Bir işin oluşturduğu piyasanın sektör olmakla ilgisi, -örneğin web sitelerinin teknolojiyle doğrudan ilişkisi açısından da aynı betimleme yapılabilir- uçurtmanın uzay mekiğiyle ilişkisinden fazla olmayabilir.
“İnsan düşüncesinin küresi” anlamına gelen noosfer terimi eski Yunanca’dan, akıl, ruh veya nefes manasına gelen ‘nous’ sözcüğünden, E. LeRoy tarafından türetilmiş ve ilk olarak Les origines humaines et l’evolution de l’intelligence (Paris 1928) içerisinde kullanılmıştır.
Eric Raymond da ünlü Noosferi İskana Açmak makalesinde, yazısında bu sözcüğü kullanma biçimini şöyle açıklar: “ ‘Noosfer’, düşüncelerin, fikirlerin oluşturduğu bölge, mekan anlamına gelmektedir. Hacker mülkiyet gelenekleri, bütün yazılımların oluşturduğu uzayda, yani noosfer’in bir alt kümesinde, Locke mülkiyet teorisinin geçerli olduğunu göstermektedir. Yeni bir açık kaynak kod projesini hayata geçiren herkes, noosfer’in yeni bir bölgesini mesken tutmakta, iskana açmaktadır.”
(Daha fazla ayrıntı için bkz: http://pdf.belgeler.org/howto/homesteading.pdf)
Bu yaklaşımın, konuyu anlaşılır hale getirmekte bize algı zenginliği sağladığını kabul edersek, biz de kendi bağlamımıza uyarlayabiliriz: İster Etkinlik Yönetimi, ister Web Sitesi piyasası olsun, her yeni işkolu, herhangi bir anda, iş dünyasında, düşüncelerin, fikirlerin oluşturduğu bölge, mekân yaratmak ve noosferin bir alt kümesi olarak hareket etmek durumundadır. Böylece, bir piyasanın sektörleşebilmesi için, noosferin yeni bir bölgesini mesken tutmak ve iskâna açmak baş koşul olacaktır…
Geleneğin gelecekle çatışması
İhtiyaç önemli bir kavramdır, belki de geleceği -aslında insan uygarlığını- kurtaracak tek yol da, ihtiyaç için; ihtiyaç kadar üretim olacak, ama ne yazık ki, homo sapiens kültürü “önce her şeyi talan et ve tüket” mottosu üzerine kurulup geliştiğinden, çaresiz kalana dek değişimi reddetmeyi sürdürmek ana akım olmaya ve hatta gelenek olarak kabul görmeye devam edecek.
Yine de, bir önceki başlıkta üzerine düşündüklerimizin bize bir yardımı olabilir: Yeni bir bölgeyi mesken tutup, iskâna açacaksak, ihtiyaçların iyi belirlenmesi ve çözümlerin, tanımlanacak ihtiyaçların gerçek karşılıkları olmaya en yakın biçimde geliştirilmesinin sağlanması en önemli öncelik olmalıdır.
Yazılarda genel başlığımız olan “Web Dünyası” açısından duruma baktığımızda artık temel tartışma başlıklarını bazı örnek olaylar üzerinden ortaya koyma zamanı yaklaşıyor gibi görünüyor.
Bu durumda, ihtiyaç sahibi de, sonucu değiştiren/değiştirecek bir bileşen, temel parametrelerden biri olarak sürece dâhil olacak demektir. Belki bazı örnek olaylar, süreci anlaşılır hale getirmek açısından bize algı derinliği sağlayabilir.
Bu çözüme ihtiyacım gerçekten var mı?
Geçtiğimiz yıllarda, yönetici ve sahipleriyle yakın arkadaşa dönüştüğümüz bir firmaya, akılcı, makul maliyetli bir çözüm önerdik, önerdiğimiz rakam o kadar makuldü ki, maliyetine sağlayacaktık bu çözümü; zira gündelik istekleri aşırı artmıştı ve çoğu maalesef 8. katmana dair konulardı, yani kullanıcı hatalarından kaynaklıydı, özetle gereksizdi…
Yine de; farklı anlamasınlar, sorunlarından faydalanıyoruz sanmasınlar diye sadece sağlanacak olan donanım için gereken maliyet fiyatını istedik, tedarikçi bize KDV hariç toptan fiyat verdiği için KDV’yi söylemeyi bile unuttuk. Sistem kurulumu vs. ile ilgili hiçbir bütçe çıkarmadık, aslında o günlerde gelirimizi zaten bu hizmetlerden sağlıyorduk, ama yanlış anlaşılmak istemedik.
Fakat bu konuda, müşteriden (ihtiyaç sahibinden değil) bir çözüm talebi gelmeden çözüm öneriyor olmamız, aramızdaki bütün dostluk ve iyi niyete rağmen, onlarda şüphe yarattı, sanki gerekmediği halde bir ihtiyaç yaratıyormuşuz gibi bir atmosfer oluştu.
“Bizim gereksinimlerimiz bu kadar profesyonel mi?” diyen firma yetkilisine şunu sordum: “Mail akışlarınızda ya da internette bir kesintiye kaç saat dayanabiliyorsunuz?”
Yanıt şöyleydi: “Ne saati? 10 dakikayı geçerse büyük sorun olur…”
Şimdi can alıcı soru burada: Gerçekten yokluğuna 10 dakikadan çok dayanamayacağınız bir ihtiyaç için sunulmuş bir çözümle ilgili hala “Bizim gereksinimlerimiz bu kadar profesyonel mi?” diye sorabilir miyiz?
Bu soru çok tekrar edince önerimizi geri çektik, hatta unuttuk ama aynı süreç içinde yine aynı firma ile ilgili başka bir iş için, bir önceki konuda maliyete bağlı verdiğimiz rakamın neredeyse 10 katı büyüklüğünde bir avans aldık.
Sonrasında; kurumun, yurtdışında bir takım işlerle ilgili, aniden başlayan yaklaşık 14 ay boyunca da bitmeyen bir süreci başladı ve karar vericilerden kimseye ulaşamadık, avans aldığımız iş de askıda kaldı, para bizde kaldı.
Türkiye’ye döndüklerinden sonraki dönemde, ilk aradıklarında, bize hiç bir şey söyletmeden şunu talep ettiler: “Diğer -avans alınan- iş zaten artık iptal ama hani bize önerdiğiniz bir çözüm vardı ya, o çözümü verdiğimiz avans karşılığında alabilir miyiz?”
Yani 10 katı bir fiyata aynı çözümü bizden kendileri istediler, çünkü artık “ihtiyaç sahibi”ne dönüşmüşlerdi.
Homeros Uzay Yolunda
Antonioni’nin söylediğini psikolojik iddialarından arıtıp yeniden değerlendirirsek, şöyle bir cümle kurulabilir: Bilim kadar gelişmemiş bir kültürün yükünü taşıyoruz. Bilim adamı şimdiden aya gitti; oysa biz Homeros’un ahlakî kavramlarıyla yaşıyoruz hala. Bu çelişki, bu dengesizlik dolayısıyla, “büyük veri” altında sıkışan insanlar olarak; kaygılı, kuşkulu oluyoruz, çağdaş yaşamın akışına uyum zorlukları gösteriyoruz.