Yaşlanan Türkiye (korkusu)
Haberler, genç nüfusu ile öğünen Türkiye’nin önümüzdeki 50 yılda yaş ortalamasının yükseleceği yönünde. Başbakan bu yükselişi durdurmak için her ailenin 3 çocuk sâhibi olması yönünde telkinlerde bulunuyor. Olay Milli Güvenlik Siyasi Belgesi’nde de yer bulmuş.
Yükselen yaş ortalaması, dünyaya gelenlerin yaşama şansının arttığını, kazalarda veya hastalıktan ölenlerin azaldığını, toplumun daha sağlıklı olduğunu gösterir. Bence bunun çekinilecek bir yanı yok, yeter ki bu durumu yönetebilelim. AB’nin yaşlanan nüfusunu yönetmekte yaptığı yanlışlar bizim için ders olmalı. Biz bu yolda adımları daha önce attık: “mezarda emeklilik” tepkileri ile karşılanan düzenlememizin benzeri Fransa’da daha yeni yapıldı ve grevlerle yer yerinden oynadı. Bizdeki emeklilik yaşı daha da yükseltilmek durumunda mıdır, buna değinmeyeceğim. Dikkatinize sunmak istediğim nokta, yaşlanan nüfusun yönetilmesi, üretken tutulması.
İnsan yaşlandıkça, zengin bir deneyim birikimine sâhip oluyor, çözüm üretmekte uzmanlaşıyor. Gençler ise hareketli, atılgan ve güçlü, çözüm uygulamada mükemmel ama deneyimsiz. Bir diğerini tamamlayan bu iki iş gücüne ortak işler yaratmalıyız. İskandinav ülkeleri bunu başardılar. Bir dönüşüm yaşamalıyız, yaşlı insanların deneyimlerinden yararlanacak yeni alanları devreye sokmalıyız. Aksi durumda, emekli olamasalar da yaşlılara iş bulamayacağız.
Ekonominin bir gereği olarak bilişim sektöründe üretim (genç işi) giderek azalıyor, uzak doğuya kayıyor. Yükselen yaş ortalaması bizim sektörde bu eğilim nedeniyle korkulacak bir olay değil, tam aksine, deneyimi, birikimi ile sektöre nitelikli katkıda bulunacak insanların verdiği güven olarak yansımalı. Yeter ki emek yoğun işlerden, bilgi ve deneyim yoğun işlere geçelim. Bir tek tehlike var, o da işsiz kalmış bir bilişimcinin küresel teknoloji yarışında hızla geri kalması; deneyimlerinin kısa sürede “antika” olması. Sektörde (eğer varsa bir) istihdam politikası, deneyimli yaşlıların sürekli olarak iş altında tutulması üzerine kurulmalı.