YAVAŞLATILAN İNTERNET İÇİN BTK’DAN İLGİ BEKLİYORUZ
YAVAŞLATILAN İNTERNET İÇİN BTK’DAN İLGİ BEKLİYORUZ
Geçtiğimiz aylarda, internetten bazı sitelere zaman zaman girilemedi. Ortada bir mahkemeden veya Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan kaynaklanan bir erişim engelleme kararı da yoktu. Facebook’a, Twitter’a ve hatta Cumhuriyet gazetesine erişilemez olduğu günler yaşadık. Sözde bir erişim engellemesi yoktu ama internetteki olağan dışı yavaşlama nedeniyle Facebook’a, Twitter’a, Cumhuriyet gazetesi ve diğer bazı sitelere erişilemiyordu.
Genel olarak internete, özellikle de sosyal ağlara karşı hükümet ve cumhurbaşkanı olumsuz bakışlarını defalarca dillendirdi. Dolayısıyla, doğal olarak acaba siyasi iktidar kontrolü altındaki ISS’lerin ve telekom firmalarının maksatlı ve kasten uyguladığı bir yavaşlatma mı var sorusu ulusal medyada geniş yer aldı. Hatta, bir suç duyurusu da yapıldı (http://bit.ly/1NuBkI5). Siyasi bir amaçla internette kasten yavaşlatma ve erişim engellemesi yapıldığı kuşkusu sadece ülkemizde değil, Avrupa’daki medya ve sivil toplum kuruluşlarınca da dillendirildi (http://bit.ly/1OPCH7q). Hatta, bu satırların yazıldığı sıralarda, ABD’den de bazı kuruluşlar bu konu üzerine bir açıklama yapma hazırlığında ve bizden bilgi istemiştir.
Bu gelişmeler, internetin siyasi nedenlerle keyfi ve maksatlı bir şekilde güvenilemez olduğu bir ülke durumuna düşmemiz, hem iş dünyamız olarak sakıncalı hem de yurttaşlar olarak inciticidir. Ayrıca, internet erişiminde seçici olarak uygulanan yavaşlatma, teknik olarak ağ tarafsızlığını ihlaldir. Dolayısıyla, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun sorumluluğu ve yetkisi içinde bir durum vardır. BTK’nın konu ile ilgilenip, varsa kasten yavaşlatmayı cezalandırması, yoksa durum hakkında kamuoyunu bilgilendirici bir açıklama yapması beklenir.
MAKİNE İLE İNSAN ARASINDAKİ GERİLİM
Harvard Üniversitesi ile Massachussets Institute of Technology (MIT), ortak bir etkinlik başlatırsa, bunun olağanüstü önemli ve çarpıcı olması kaçınılmaz. Silikon Vadisi teknoloji merkezi olabilir; fakat, Boston daima bilim, sanat ve teknolojinin entelektüel merkezi olmuştur. Birçok şeyin çıkış ve dağıtım merkezi anlamına gelen İngilizce “hub” kavramını içeren “HUBweek” etkinlikleri, bu iki üniversitenin ortak girişimi olarak 3-10 Ekim’de gerçekleşti (http://hubweek.org/about). Bilim, sanat ve teknoloji konularının kesiştiği alanda yer alan, çağımızın en zor ve en derin sorularına yanıt aramaya yönelik tartışmaların en yetkin kişiler tarafından yapıldığı bu etkinlik her yıl gerçekleştirilecek.
Etkinliğin açılış toplantısını yöneten, Harvard siyaset felsefesi profesörü Michael Sandel, birey ile teknoloji arasındaki gerilim üzerine odaklandı. Özetle şöyle konuştu (http://news.harvard.edu/gazette/story/2015/10/man-vs-machine/):
“Göz kamaştıran yeni teknolojilerle tartışmaya başlamak kaçınılmaz. Fakat, nihai analizde tartışma konumuz teknolojiden çok, bizi ilgilendiren konular. Biribirimizle ve içinde yaşadığımız dünya ile ilişkilerimizi anlamak ve tartışmaktır esas konu. Okulda veya işyerinde başarılı olma arzumuz etrafında oluşan gerilim, kolaylıklar ve kısa yollar sunan teknolojiye aşırı önem vermemize yol açabilir. Bunun fiyatı da düşünmek, merak etmek, (doğayı ve insanlığı kastederek) saygı duymak gibi duygulardan uzaklaşmak olabilir.
“App’ler, genetik mühendislik ve akıllı makineler çağında, yaşamımızı ve olayları kontrol etmek ve bunlara hükmetmek peşinde olabiliriz. Acaba bu dürtü bireyin dünyayı dikkatle ve ilgiyle izlemesi yerine, onu dünyayı bir kalıba sokma peşine düşmesine neden olabilir mi?
“Sonuçta, teknolojik gelişmenin ve buluşların yavaş yavaş bizi ele geçirmesinden önce, makineleri en iyi nasıl kullanacağımız hepimiz için güçlü bir tartışma konusu. Bilim ve teknoloji mucizeler yaratabilir ama bize onlardan en iyi yararlanmanın nasıl olacağını belirtemez. Bunu belirlemek bizlere, demokratik dünya yurttaşlarına kalmıştır.”
Konuşmasından sonra Sandel, teknoloji ile toplum arasındaki ilişkiye ilişkin zor soruları seçkin isimlerin yer aldığı panele sorar. Ayrıca, dinleyici kitle de ellerindeki plakaları kaldırarak evet veya hayır diye yanıt verir soruya.
Bu başlangıç oturumundan sonra, HUBweek süresince yer alan çok sayıda ve her biri sıradışı ilginçlikte etkinliklerde ortaya çıkan görüşlerin yukarıda verdiğim bağlantılardaki sitelerden izlenmesini öneririm. Daha iyisi, bu tartışmaların Türkçe’ye çevrilerek daha yaygın bir şekilde izlenmesi sağlanabilir. Hatta, daha da iyisi, benzeri ülkemizde de tekrarlanabilir. Siyasetin egemen olduğu, boğucu ve üretkenlikten uzak gündemimize renk katabilecek, insanımıza nefes aldırabilecek, gençlerimize ışık tutabilecek bu çabaları, ortak bir çalışma ile yerine getirebilecek üniversitelerimiz, STK’lar ve düşünce kuruluşlarımız var mı? Yok ise, siyasi ortamın yarattığı bunaltıcı ve karanlık havadan yakınmaya, gençlerimizin içine kapanık bir ülkede çağın gerisinde kalmasından kaygılanmaya hakkımız var mı?
MERAKLI ÇOCUK BEYNİ NASIL DARALIYOR?
Mikrogliyal hücre, beyinde bulunan kritik bir bağışıklık hücresidir. Yakın zamana kadar bu hücrenin işlevinin beyinde oluşabien yangıyı azaltarak ve yabancı maddeleri yok ederek koruma görevi görmekle sınırlı olduğu düşünülürdü. Fakat, bu hücrenin ayni zamanda, çocuk beyninde fazlalık olarak bulunan bağlantıları da zamanla ortadan kaldırdığı anlaşıldı. Bu buluşu yapan Beth Stevens, Harvard Üniversitesi’nde nörobilim alanında yardımcı doçent. Kendisi geçtiğimiz ay önemli maddi kaynak sağlayan, prestijli Mac Arthur Fellow’u seçildi.
Stevens’a göre, birey doğduğunda beyninde aşırı yoğun sinaps (sinir kavşağı) bulunuyor. Büyüdükçe, öğrendikçe ve dünyayı yaşadıkça bu sinapslerin gerekli olmayan bir kısmı budanıyor. Böylece, sadece gerekli sinapslerle, beyin daha verimli çalışabiliyor. “Başka bir deyişle, kullan veya kaybet durumu var” diyor Stevens “Nasıl bir ortamda, çevrede yaşayacağı bilinmediği için, bebek beyninde fazlalık sinapslarla doğuyor. Zamanla, kullanılanlar güçlenirken, kullanılmayanlar zayıflıyor ve giderek budanıyor.”
Bunları gözlemlerle biliyorduk zaten; fakat, genç bilim kadını Stevens beyindeki bu gelişmenin nörolojik nedenini bulmuş oluyor. Bir yandan gözlediğimiz bu gelişmenin bilimsel kanıtını sağlarken, bir yandan da olası patolojik durumların (aşırı bağlantıların yok olmadığı otizm ve gerekli bağlantıların kaybolduğu Alzheimer gibi) nasıl tedavi edileceği yönünde araştırmalarına devam ediyor.
Bu bilgi ışığında, çocuk bireye nasıl davranılması ve kendisinin nasıl eğitilmesi gerektiği de tekrar çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Tekrar ortaya çıkan bir önemli nokta daha var. Ödülü üzerine konuşurken, Stevens, daha lisedeyken kendisini araştırmaya yönelme konusunda motive eden biyoloji öğretmenini anıyor. Kimya dalında Nobel ödülünü kazanan Aziz Sancar da benzer bir anısını paylaşmıştı.
Bu bilimsel bulgunun ve paylaşılan anıların açıkça ortaya serdiği anlamlara değinmeme gerek yok. Fakat, gözden kaçan iki noktayı vurgulamak isterim. Birincisi, “evinde anne-babanın ‘icat çıkarma’ sözleriyle büyüyen çocuklar, bu kültürde inovasyon yapabilir mi” diye retorik bir soru sık sık sorulur. Özellikle, risk almayı sevmeyen büyük firmalarımızda da genellikle egemen olan “icat çıkarma” anlayışından ise fazla söz edilmez. İkincisi, okullarda analitik düşünme ve yaratıcılığa önem verilmediği de sık vurgulanır. Özellikle büyük firmalarımızda staj yapan öğrencilerimizin bu yönde gelişmelerine katkı yapılmadığı ise söz konusu olmaz.
ocoskunoglu@gmail.com
https://twitter.com/osmancoskunoglu
www.facebook.com/osman.coskunoglu
www.coskunoglu.org