Yeni normal, önce sağlık başlığında boy gösterdi
Pandemi ile geçen 1 yılın ardından tüm dünya ‘yeni normal’ini bulma çabasında. Bir tarafta da sağlık sektörü, tedaviden aaşı geliştirme ve bu aşıların bireylere dağıtımı süreçlerinde hiç olmadığı kadar hızlı hareket etti. Bu hızın arkasında doğru bilişim teknolojilerinin kullanımı ise belirleyici oldu. Farklı sağlık cihazlarının geliştirilmesi ve hızla kullanımına geçilmesi de bu hızın sağlıklı sonuçlar doğurmasını sağladı. Sağlık sektörü, kamunun ilgili birimleri, sağlık sektörünün gerek küresel gerek yerel düzenleyici kuruluşları, Ar-Ge çalışmaları yürüten birimler başta olmak üzere tüm paydaşlar bu dönemde çok farklı işbirliklerine imza attı. Sağlık bilimleri başlığında teknolojik yetkinlik de böylece önemini bir kez daha gösterdi. BTvizyon Dijital’in 2020 yılındaki son etkinliği olan “Sağlık ve Bilişimin Ayrılmaz Birlikteliği 2020” de yetkin isimleri bir araya getirerek, yaşananları analiz etti ve tarafların beklentilerini ortaya koymasını sağladı.
Uzun yıllardır virüsler üzerine araştırma yapan, virüsleri kullanarak gen terapisi ile hastalıklara karşı çözümlere odaklanan Sana Bioteknoloji Viral Vektörler Başkanı ve Virolog Dr. Semih Tareen, “Virüs, COVİD19 ve Teknoloji” başlıklı sunumuyla açılışı yaptı. 1995 yılından beri Seattle’da virüslerle araştırma yaptıklarını, virüsleri kullanarak, bunları kanser ve gen hastalıkları tedavisinde kullandıkları bilgisini veren Dr. Semih Tareen, küresel koronavirüs dalgasında acil kullanım onayı ile insanların aşılanmaya başladıklarına dikkat çekti.
Dr. Semih Tareen, virüsün tanımını da şöyle yaptı: “Virüsler de doğadaki diğer bütün canlılar gibi kendi nükleik asitini çoğaltma ivmesi ile üreyen birer yaratık. Nasıl insanlarda da, kedi köpeklerde de, balıklarda da, bitkilerde de hücre üremesi oluyor, o şekilde nesilden nesile genetik aktarımı yapılıyorsa virüsler için de aynı şey geçerli. Yani genetik aktarım yapılıyor ve soyağaçları ortaya çıkıyor.”
Korona virüs yuvarlak bir şekilde oluyor ve içerisinde RNA genomu var. Dışarısında da protein kılıfları var. Bu protein önemli, çünkü aşı çalışmaları bu proteine karşı yapılıyor. Ayrıca Stoplazma denilen tabaka içerisinde üreyerek kendi RNA’sını çoğaltıyor, bir sonraki hücrelere bulaşacak şekilde yeni virüsler üretebiliyorlar. “Eğer koronavirüs ailesinin soyağacına bakarsak, binlerce koronavirüsü ve bu virüsün kuzenleri var” diyen Dr. Semih Tareen’in verdiği bilgiye göre, bunun dışında da her sene mevsimsel olarak seyir eden dört tane koronavirüsü var. Yani insanlarda COVID19 ilk ve tek koronavirüsü değil. İnsanlarda toplam 7 tane koronavirüs olduğunu biliyoruz. Diğer 4 koronavirüs de mevsimsel olarak her zaman aramızda seyrediyor. Mevsimsel olarak nezle gibi semptomlara sebep olabiliyor. Bu virüsler nereden geliyor diye baktığımızda, Dr. Semih Tareen, tür atlaması sonucunda insanlara bulaştığını söyledi ve ekledi: “Bu 7 koronavirüs de hayvanlardan insanlara geçiyor. Ya yarasalardan ya da farelerden, direkt olarak veya dolaylı yoldan bir başka aracı canlı sayesinde geçiyor. Örneğin 2012 yılında Orta Doğu Solunum Sendromu Koronavirüsü (MERS-CoV) salgınındaki virüs yarasalardan develere, develerden de insanlara geçiyordu. Orta Doğu Solunum Sendromu Koronavirüsü (MERS-CoV) de zaten develerle insanların yoğun yaşadığı yerlerde, Suudi Arabistan gibi ülkelerde ortaya çıkıyor. “COVID19’a sebep olan virüsün bütün genomunun taramasının yapılması 2-3 gün sürdü. Arkasından da RNA aşısı teknolojisi gibi teknolojiler sayesinde 2 gün ilave ile ortaya çıkan RNA aşıları oldu ve çalışmalar başladı” diyen Dr. Semih Tareen, şöyle devam etti:
Bağışıklık sisteminin önemi
“Mutasyonlar çok normal, bütün canlılar mutasyon geçirir, insanlar dahil. Mutasyonların çoğu da etkisizdir. Bazıları o virüsün yok olmasına sebep olur, ölümcüldür. Çok ender olarak da bazıları adaptasyon sağlayabilir ve virüse bir avantaj sunabilir. COVID19 aslında bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Virüs direk olarak o hastalığa sebep olmuyor, dolaylı yoldan bizim bağışıklık sistemimiz virüse saldırırken kazayla hasara sebep olabiliyor. Bağışıklık sistemi dengede olması gereken bir sistemdir. Eğer bağışıklık sistemi moleküler ağına bakarsak, hücreler içerisinde binlerce bağışıklık molekülü var. Biz de bütün bu moleküllerin etkileşimini çalışıyoruz. Sistem biyolojisi denen bir kavram var. Bu; bütün moleküllerin ve sistemlerin iç içe döngüsünü çalışan ve ileri geri veriler paylaşan bir bilim dalı ve o şekilde çok şey öğreniyoruz. Aşıların temel olarak iki amacı vardır. Tabii ki bağışıklığı oluşturmak ama tabii ki bağışıklığı oluştururken birincisi antikorları, ikincisi de hücresel bağışıklığı oluşturmak. Bu sayede hem antikorlarla hem hücresel bağışıklıkla direnç kazanmış olabiliyoruz. WHO internet sitesinde 200’e yakın aşı çalışması var COVID19 için ve bu aşılar dört sınıfa ayrılıyor. Bir tanesi Türkiye’de de ismini duyduğunuz Çin’den Sinovac şirketinin gerçekleştirdiği inaktive virüs aşısı. İkincisi nükleik asit aşıları, bu aşılar DNA veya RNA aşıları olan Pfizer ve Moderna aşıları. Üçüncüsü viral vektör aşıları ve Oxford gibi şirketlerin aşısıdır. Oxford aslında başka bir virüs olan Adena virüsünü kullanıyor. Normalde insanlar Adena virüslerden her sene soğuk algınlığı kapıyorlar. Viral vektör oluşturdukları zaman ise hastalığa sebep olmaz ama taşıyıcı görevi görür. O viral vektörlerin içerisinde bu korona virüsün yine kılıf protein genini koyuyorsunuz. O da aşı olarak koyuyor ve insan içerisinde o proteine dönüşerek bir bağışıklık oluşturuyor. Dördüncü ve son kategoride protein aşısı var. COVID19 pek çok bürokratik engelin önüne nasıl geçeceğimizi öğretti. Yatırımların ve işbirliğinin ve sizler gibi bilişim uzmanları ile beraber bilim insanlarının hükümetlerin oluşması ile beraber ortaklaşa aslında çalışmanın ne kadar daha verimli hale gelebileceğini gösterdi. Örneğin; geleneksel bir aşı çalışması normalde seneler sürebilir. Bunun sebebi hayvan deneylerinden sonra siz insan deneyleri yapmak için başvuruyorsunuz ve onun onaylanması aylar sürebiliyor. Siz sıranızı bekliyorsunuz ve sıra size geldiğinde bürokratik işlemler olabiliyor. Arkasından birinci, ikinci, üçüncü faz deneyler yapılıyor ve bunlar tarihte arka arkaya yapılır. Onay gelirse o zaman üretime başlıyorsunuz. Üretim de seneler sürebiliyor. COVID19’da öğrendik ki öncelikle hayvan deneylerinden sonra herhangi bir zaman başvuruda bulunduğumuz zaman bürokratik engeller kalktı. Acil durumdan dolayı yetki veren kuruluşlar sizin başvurunuza daha çabuk şekilde bakıyorlar. Buradan aylar kazandık. İkincisi klinik deneylerde birinci, ikinci, üçüncü faz deneylerde arka arkaya değil de bir kombinasyon şeklinde yapabildik ve bunu yaparken de etkinlik ve güvenilirlikten ödün vermedik. Bir de önemli bir detay var, şirketler aşı imalatına hemen birinci fazda başladılar ve bunu yaparak çok büyük bir maddi riski göze aldılar. Ama eğer çalışmalar olumlu olur ve onay aldıkları takdirde ellerinde bu sayede milyonlarca doz olacak. Biz COVID19 için şanslıydık. Çünkü her virüse aşı bulunmuyor. Aşısı bulunmayan bir sürü virüs var. COVID19’da ise elimizde başarılı aşılar var. Bu arada bu mutasyon kombinasyonları aşıları etkisiz kılacak değildir. Çünkü aşılar çok yönlü bağışıklık sağlar. Çok yönlü bağışıklık sağladığı için de doğal enfeksiyondan farklı bağışıklık oluşur. Virüsün bir kısmında mutasyon olsa, bir kısmı bir aşıdaki antikordan kaçsa bile aşının oluşturduğu diğer toplam antikorlardan kaçamayabilir. Salgınlar her zaman oluyor. İnsanoğlu varolduğundan beri sürekli virütik salgınlarla baş başayız. Mesela bu sene 11. Ebola salgını yaşandı Demokrat Kongo Cumhuriyeti’nde. Onun dışında her hafta dünyanın değişik yerlerinde değişik salgınlar başlıyor. Biz virologlar bunları sürekli takip ediyoruz. Bu döngü hiç değişmedi, değişen tek şey, teknoloji ve bilim. Yeni viral salgınları daha kolay yakalayabilecek imkanlarımız, bunları çalışacak yatırımlarımız var. Pek çok salgını bu yatırım ve teknolojiler sayesinde yakalayıp bilim dünyasına verebiliyoruz. Elbette bu ilk ve tek salgın değil. Salgınlar her zaman olacak, bu maalesef hayatın bir gerçeği.”
Birlikte ve teknoloji ile üstesinden geliriz!
“Sağlık İçin Bilişim” panelini Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) Yönetim Kurulu Üyesi Behçet Envarlı yönetti. Panelistler ise Amazon Web Services Ülke Müdürü Berrin Mumcu Özselçuk, Biosys Kurucu Genel Müdürü Cemal Erdoğan ve Acıbadem Sağlık Grubu Bilgi Teknolojileri Direktörü Kemal Kaplan oldu. bulut bilişimin sağlık sektöründeki gelişimi hakkında bilgiler veren Berrin Özselçuk, “Birçok yerde salgının yayılımını önlemek amacıyla sağlık sektörüne yardımcı olmak amacıyla teknoloji kullanıldı. En çok gördüğümüz kullanım şekilleri sağlık hizmetinin sunumunu kolaylaştırmak oldu. Ben de hastane günlerinde şunu gördüm. Gerçekten Türkiye’nin sağlık altyapısı, teknolojik altyapısı çok gelişmiş durumda. Sistemlerimiz gerçekten iyi çalışıyor. Bu sisteme bizim teknoloji olarak destek vermemiz, sistemlerin de bu teknolojiyi kullanmaları çok önemli. Kurumsal olarak Türkiyemize sağlık alanında yapabileceklerimizin hepsini fazlasıyla yaparız. Ben şahsen buna söz veriyorum. Bütün teknolojileri anlatmak, getirmek, sunmak için elimden geleni yapacağım. Covid 20’ler, 21’ler olmadan hep birlikte bu hastalığı bitiririz” dedi. Cemal Erdoğan da şu bilgileri paylaştı:
“2017 yılında TÜBİTAK bünyesinde solunum cihazı prototipi geliştirmiştik. Elektrik testleri, klinik testleri belgelendirme süreçlerini 2017 yılında tamamladık. Pandeminin başında Sanayi Bakanlığı direkt bizimle iletişime geçti. Bu cihazların seri üretimine geçebilir miyiz, seri üretime geçmek için nasıl bir altyapı lazım konularında görüşmeler yaptık. Daha sonra da geliştirmiş olduğumuz cihazın haklarını Sağlık Bakanlığı’na devrettik. Sağlık Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı birlikte Arçelik’in altyapısın, daha sonra da Aselsan’ın altyapısını kullanarak bu cihazların seri üretimine geçmesini sağladı. Solunum cihazları düzleminden baktığınızda, yaptığımız iş temel bir otomasyon işlemi. Hastanın belirli aralıklarla soluk almasını sağlıyoruz. Bu cihazlar da temelde bilişim temelli mikro işlemci kontrollü, hastaya uygulanan solunum cihazları. Yerli ürünlerle uluslararası çözüm sloganının altında yatan, Türkiye’de savunmada çok iyi noktalara geldik. Ama sağlık konusunda global bir markamız yok, sağlık cihazları üretebilen büyük bir markamız yok. Biz bu noktada Türkiye’de üretilemeyen ileri teknoloji ihtiva eden sağlık cihazlarının millileştirilmesini ilk aşamada, bu alanda dışa bağımlılığı azaltmayı, ilerideki aşamada ise sağlıkta bu sektörlerde teknolojiye önderlik etmeyi planlıyoruz. Bu alanlarda Türkiye’nin dışa bağımlılığını sonlandırmak istiyoruz.”
Kemal Kaplan da pandemi sürecindeki sorumlulukları ve stratejilerini, “Kendi yazılımımızı kendimiz geliştiriyoruz. Acıbadem Teknoloji şirketimiz ve Cerebral Plus yazılım uygulamamız var. Bütün hastanelerimizi, polikliniklerimizi bu yazılımla yönetiyoruz. Herhangi bir hastanemize gittiniz, işlem yaptırdınız, veri kaydı oluştu. Oradan çıkmadan 3 saniye içerisinde bütün diğer hastanelerde bu verinize ulaşılabilir. Bütün sağlık profesyonelleri sizi diğer bir hastaneye gittiğinizde orada bütün görüntülerinizi, tıbbi kayıtlarınıza geçmişinize ve ilave yaptırmak istediğiniz sağlık hizmetinin bir kısmını başka bir hastanede devam etmek istiyorsanız tedavi planınıza herkes ulaşabilir. Bu anlamda bakarsanız entegre ve akıllı bir yapısı var” bilgisini paylaştı.