Yenilenebilir kaynaklarla sürdürülebilir yaşam
Evren Gülyaşar
Hayatta kalmak için üretmek zorunda olduğumuz bir gerçek. Ancak üretirken dünyanın gözümüzün önünde erimesine seyirci kalamayız. Hiç şüphe yok ki dünyanın misafirleri olarak sürdürülebilir yaşam formunu korumak zorundayız.
Madem enerjiye ihtiyacımız var. Öyleyse dünyaya zarar vermeyen, tükenmeyen enerji kaynaklarını tercih etmek hem bizler hem de gelecek nesiller için büyük önem arz ediyor.
Tükenen kaynaklar için savaşmaktansa tükenmeyen kaynaklarla dünyaya zarar vermeden üretebilmek hayal değil. Bu potansiyele fazlasıyla sahibiz.
Geçmişte hayatın vazgeçilmezi olarak nitelendirilen fosil yakıtlar yerini yenilenebilir enerji kaynaklarına bırakıyor. Dolayısıyla önümüzde yeni bir dönemin kapıları açılıyor. Dünyada bu anlamda önemli adımlar atılıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları açısından oldukça zengin olan Türkiye olarak bu eğilimi yakalamak durumundayız. Bu yarışta kaybeden olma lüksümüz yok.
Dünyanın önümüzdeki yüzyılda en büyük sorununun artan enerji ihtiyacı olduğu göz önünde bulunduruluyorsa enerji kaynaklarımızı sorgulamanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Yenilenebilir kaynaklara rağbet artıyor
Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretiminin önümüzdeki on yıllık süreçte büyümesi bekleniyor. 2006 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 18’i (3470 TWsaat) yenilenebilir kaynaklardan karşılandı. Bu değerin 2015 yılında yüzde 20 (4970 TWsaat), 2030 yılında da yüzde 23 (7705 TWsaat) olması öngörülüyor.
Yenilenebilir enerjiler arasında hidrolik enerji, elektrik üretiminde başı çekiyor. Hidrolik enerjiyi sırasıyla kıyıdaki rüzgâr sistemleri, biyokütle, deniz üzerindeki rüzgâr sistemleri, jeotermal sistemler, photovoltaic (PV) sistemleri, yoğunlaştırmalı güneş sistemleri, dalga ve rüzgâr enerjileri izliyor. 2015 yılından sonra genel eğilimin biraz değişmesi ve güneş enerjisi sistemlerinin önem kazanması bekleniyor.
Daha çabuk elde edebildiğimiz, enerjisini aldığımızda yerine yenisi gelebilen, bir nevi sonsuz kabul ettiğimiz kaynaklardan elde edilen enerji türüne ‘yenilenebilir’ deniyor. Aslında yenilenebilir enerji kaynakları kullanarak yapılan üretim için bir nevi ‘tüketmeden üretim’ diyebiliriz.
Doğada sürekli var olduğunu bildiğimiz kaynakları kullanmak ne doğaya ne de içerisinde yaşayan canlılara bir yük getirmeyecektir. Sadece bakım ve onarım maliyetleri bir rüzgâr gülünün yıllarca çalışmasına yeteceği gibi bu sayede yüksek boyutlarda enerji sağlanmasına da yardımcı olacaktır.
Yenilenebilir enerji kaynakları arasında güneş, rüzgâr, biyokütle, biyoyakıtlar, jeotermal, hidrolik ve gel-git gösterilebilir. Ülkemizde güneş ve rüzgâr enerjisi son dönemde sıkça üzerinde durulan kaynaklar olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada diğer kaynakları da tanımlamakta fayda var. Biyokütle enerjisi yaşayan ya da daha önce yaşamış biyolojik materyallerin yakılmasıyla elde ediliyor. Yakılması dediğimizde aklınıza çevresel problemler gelmemeli. Öyle ki biyokütlelerin içindeki karbon, bitkilerin havadaki karbondioksiti parçalaması sonucu elde edildiği için atmosferde karbondioksit artışına neden olmuyor. Ancak yine de salınan gazlarla küresel ısınmaya olumsuz anlamda etki ettiğini gösteren çalışmalar da bulunuyor.
Jeotermal enerji de yer kabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş sıcak su, buhar ve gazlardan elde ediliyor. Termal santrallar bu konuda verilebilecek en akılda kalıcı örnekler. İtalya, Avrupa’da bu enerjiyi en çok kullanan ülkelerin başında geliyor.
Son dönemde üzerinde en çok çalışılan enerji türlerinden biri olan gel-git enerjisi, özellikle dalganın çok olduğu yerlerde kullanılabiliyor. Dalgaların kıyıya vurmayı kesmesini beklemediğimiz için oldukça uzun süreli kullanılabilecek önemli enerji kaynaklarından biri olarak görülüyor. Dünyada ilk olarak Portekiz’de ticari olarak faaliyete geçen dalga enerjisi çiftliğinde şu anda 2,25MW enerji üretilirken bu rakamın yakın zamanda 21MW çıkarılması için çalışmalar devam ediyor.
Yine son dönemin önem verilen yenilenebilir enerji kaynaklarından biri de okyanus sularındaki ısı farkları üzerinden elde edilen enerji. NASA’nın geçtiğimiz aylarda yaptığı çalışmaya göre termal algılayıcıya sahip sistem suya bırakılıyor. Bunun sonucunda sudaki ısı değişimiyle birden soğuyan ya da ısınan sistem şimdilik kendisine yetecek kadar kolaylıkla enerjisini depolayabiliyor. Bu enerji yönteminin ilk olarak denizaltılarda kullanılması bekleniyor.
Fosil yakıt fiyatları artıyor
Yenilenebilir enerji kullanımında ekonomik nedenlere bakılacak olursa, gelecek yıllarda fosil yakıtların azalmasıyla fiyatları artacağı; bu sırada gelişme sürecini yaşayan yenilenebilir enerjinin fiyatı düşeceği görülüyor. Bu noktada önemli olan gerekli potansiyellere göre gerekli yatırımları yapabilmek.
Örneğin yıllık rüzgâr hızının 10m/s olduğu Yeni Zelanda’da kıyıdaki rüzgâr enerjisi elde etme sistemlerinin maliyeti 35 dolar/kWsaat iken, yıllık rüzgâr hızının 7m/s olduğu Danimarka ve Almanya’da maliyet değerleri aynı değil. Bu sebeple destekleme politikaları da bölgeden bölgeye değişiklik gösteriyor.
Türkiye hidroelektrik enerjisinde potansiyelinin yüzde 50’sine yakınını kullanıyor. Bu sayede ülkemizde yenilenebilir enerjiden elektrik üretimi toplam elektrik üretiminin yüzde 22,5’ini karşılıyor. Hidroelektrik santrallara uygun coğrafyamız, güneş ve rüzgâr enerjisi için de en yüksek potansiyellere sahip durumda. Ancak henüz bu teknolojilerin yeterince maliyetlerinin düşmemesi, yasal engeller, devlet teşviki ve doğrudan yatırımları bulunmaması bu gelişimin şimdilik önünü tıkıyor.
Avrupa Birliği’nde yenilenebilir enerji
Avrupa Birliği yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımıyla karbon salınımını engellemek, enerji kaynağı çeşitliliğini sağlamak ve yenilenemeyen, özellikle fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmayı hedefliyor. Ancak 2010 yılına gelindiğinde henüz hedeflerin gerçekleşmediği görülüyor. Buna karşın çalışmalar hızla sürerken gözler yeni hedef olan 2020 yılına çevrildi.
Avrupa Birliği yenilenebilir enerji için ortak bir karar alarak tüm enerji ihtiyacının yüzde 20’sinin 2020 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmasını hedefliyor. Özellikle ulaşım sektörünün yine 2020 yılında yüzde 10 oranında yenilenebilir enerjiye dönmüş olması gerektiğini öngörüldü.
Almanya ve İngiltere yenilenebilir enerjide öncü ülkeler oldu
Avrupa Birliği ülkeleri Kyoto Protokolü’nü imzaladı.
Dünyada yenilenebilir enerji örnekleri
Önümüzdeki yıllarda, güneş enerjisinin ısınma amacıyla kullanılması süreçlerinin artacağı ile ilgili veriler bulunuyor. Çin, dünyada bu amaçla kurulu toplam sistemlerin yüzde 60’ına sahip, bu sistemlerle 2006 yılında 3 MTEP (milyon ton eşdeğer petrol) civarında enerji elde etmiş. Dünyada güneş enerjisiyle ısınma kapasitesinin 2030 yılında 45 MTEP olacağı tahmin ediliyor.
ABD’de enerji yenilenebilir enerji teknolojilerindeki gelişimi desteklemek amacıyla yeni ABD hükümetinin öngördüğü hedefler doğrultusunda, gelecek
10 yıl içinde 150 milyar dolar yatırım yapılması planlanıyor. ABD’de üretilecek elektrikli otomobiller de dâhil olmak üzere 1 milyon melez aracın 2015’te yollarda olması devlet politikası olarak belirlendi.
ABD’de sera gazı emisyonu yaratan gazların 2050’li yıllarda yüzde 80 oranında azaltılması, yenilenebilir enerjilerin payının 2012’de yüzde 10 ve 2025’te yüzde 25 olması da ulaşılabilecek diğer hedefler olarak gösteriliyor. Bu hedefler dünyanın en fazla enerji harcayan ülkesiyle birlikte tüm dünyayı da ekonomik, çevresel ve enerji kaynaklarına etkisi sebebiyle doğrudan ilgilendiriyor.
Büyük Britanya’daki yatırımlar sürüyor
İngiltere’de geçtiğimiz günlerde dünyanın en büyük rüzgâr enerjisi üretim çiftliğini kullanıma açtı. Londra’nın iki saat mesafe doğusunda North Sea üzerindeki sistemi İsveçli alternatif enerji şirketi Vattenfall AB kurdu. Rüzgâr gülü çiftliğinden 300 MW enerji elde edilebiliyor. Bu yatırımla birlikte Birleşik Krallıktaki enerji ihtiyacının yüzde 4’ü olan 5 GW yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabilir oldu. Birleşik Krallıkta 2020’ye kadar enerji ihtiyacının yüzde 15’inin alternatif enerjiden karşılanması planlanıyor. Rüzgâr enerjisi, İngiltere için en büyük alternatif enerji kaynağı konumunda bulunuyor. Kuzeyde olduğu için şiddetli rüzgâra sahip olabilen ülke, yeterince dik açıdan güneş görmediği için bu enerjiden pek yararlanamıyor. Yeni çalışmalarla deniz içindeki ısı değişimlerinden de enerji üretilmesi çalışmaları sürüyor.
İskoçya’da rüzgâr ve gel-git enerjisi açısından Avrupa’nın en yüksek kapasitesine sahip ülkelerinden biri konumunda bulunuyor. Her iki enerji kaynağında da Avrupa Birliği ülkeleri potansiyelinin yüzde 25’i İskoçya’da bulunuyor. Bunun yanında dalga enerjisi potansiyelinde de AB ülkeleri potansiyelinin yüzde 10’u yine İskoçya’da yer alıyor. İskoçya da bu potansiyeli değerlendirerek 2020 hedefinde tüm elektrik üretiminin yüzde 40’ını yenilenebilir hale getirmeyi planlıyor.
Türkiye engelleri aşmalı
Ancak şu ana kadar bu protokole uygun hareket eden ülkeler arasında sadece İngiltere ve Almanya’nın ismi verilebiliyor. Almanya, Avrupa Birliği’nde yenilenebilir enerjiye en çok yatırım yapan, bunun da karşılığını fazlasıyla alan bir ülke.
Almanya 2009 yılı itibariyle tüm enerji ihtiyacının yüzde 10’nunu yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanır hale dönüştürmeyi başardı. Yüzde 10 içinde yüzde yediyle aslan payı biyokütle enerjisine ait bulunuyor. Sırasıyla rüzgâr, hidrolik ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları Almanya için enerji üretiyor. Almanya dünya çapında rüzgâr enerjisine sahip ülkeler arasında ikinci sırada bulunuyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimine olan oranına bakıldığında yüzde 16,1 gibi yüksek bir oran görüyoruz. Burada rüzgâr enerjisi başı çeken sistem olarak göze çarpıyor. Almanya’daki konuyla ilgili politikalara bakıldığında, yenilenebilir enerji üreten enerji şirketlerinden öncelikli olarak enerji satın alınması için özel bir yasa bulunuyor. Bunun yanında evlerde üretilen enerjinin hükümet tarafından satın alınması da garanti altına alınmış durumda. Ayrıca 2001 yılında alınan kararla 2020’ye kadar nükleer enerjinin ülkenin hiçbir yerinde kullanılmaması da hedefleniyor.
Türkiye’de yenilenebilir enerji kullanımı
Türkiye özellikle hidrolik, rüzgâr, güneş ve biyokütle olmak üzere önemli miktarda yenilenebilir enerji kaynağına sahip. Yenilenebilir enerji kaynakları kömürden sonra ikinci sırada yer alıyor. 2007 yılında ülkemizde yenilenebilir kaynaklardan elde edilen genel enerji miktarı, ısı ve elektrik birlikte, toplam birincil enerji arzının yüzde 10,4’üne denk.
Ülkemizde yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik enerjisi miktarı 2007 yılında genel üretimin yüzde 22,5’ini karşılamış durumda. Türkiye’de yenilenebilir enerji elde edilmesinde en önemli pay hidroelektrik ve biyokütleye ait. Rüzgâr ve güneş enerjisinin payı henüz çok küçük olmakla birlikte, gelecekte artması bekleniyor.
Türkiye Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası verilerine göre, Türkiye sadece rüzgârın hızla seyrettiği yerlerde rüzgâr enerjisinden faydalanmak isterse yaklaşık 48 bin MW’lık kurulu rüzgâr gücünü destekleyebileceği hesaplanıyor. Ayrıca verilerde, Türkiye’nin rüzgâr enerjisi potansiyeli en güvenli tarafta kalınarak elektrik enerjisine dönüştürülürse yıllık 147 milyar kWh enerji üretilebilir olduğu da belirtiliyor.
Rüzgâr kaynaklarımızdan üretilebilecek enerjiyle, 2005 yılı yıllık elektrik enerjisi tüketiminin yaklaşık 160 milyar kWh olduğu biliniyor. Özellikle Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde hem su üstünde hem de karada rüzgâr santralları kurulması için oldukça uygun araziler bulunuyor.
Güneş enerjisine bakıldığındaysa, metrekare bazında geniş güneş enerjisi sistemleri kurulmuş olduğu görülüyor. Bu sistemler özellikle tatil yerlerinde yoğunlaşan su ısıtma sistemlerinden ibaret. Hâlbuki Türkiye güneş enerjisiyle elektrik üretimi için oldukça büyük bir potansiyele sahip. Özellikle Güney Doğu bölgesinde güneş enerjisinden elektrik üretimi en düşük seviyede olmakla birlikte çok yüksek potansiyel de yine bu bölgede bulunuyor. Bölgenin ve Türkiye’nin ekonomik koşulları göz önüne alındığında, hem bölge hem de tüm Türkiye açısından yararlanılmayan potansiyel günümüz ve geleceğimiz için oldukça önem taşıyor.
Güneş enerjisinden elektrik enerjisi elde etmeye yönelik, güneş pili ve güneş termik sistemleri teknolojisi ise henüz ekonomik olmamaları nedeniyle yaygın olarak kullanılmıyor.
Türkiye yıl boyunca 2 bin 460 saat, günde de 7,2 saat güneş alıyor. Bu kadar güneş alan ülkemizde, sadece güneş enerjisi kullanılarak yılda 380 milyar kWh üretebilirken, günde 3,6 kWh elektrik üretebiliriz.
Peki yasal süreç?
5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun’da değişiklik yapılmasıyla ilgili kanun tasarısı TBMM Genel Kurulu’nda yasalaşmak için sıra bekliyor. Kanun konusunda bir yanlış anlaşılma olduğunu vurgulayan Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü Başkanı Av. Süleyman Boşça, 2005 yılından bu yana geçerli olan bu kanundaki yetersizlikler hakkında şu bilgileri veriyor: “Bu kanun yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimine ilişkin teşvikler getiriyor. Bunun içerisinde alım ve fiyat garantisi var. Alım garantisi belli bir süre üretim tesislerinden ürettiği elektriğin alınmasına ilişkin garanti anlamına geliyor. Bir de fiyat garantisi var. İş bu fiyat garantisinde bitiyor. Mevcut kanunda bir fiyat garantisi var. Bu garanti; 5 avro/sent taban ve 5,5 avro/sent tavan fiyat olarak belirlenmiş durumda. Yenilenebilir enerji kaynaklarına bakıldığında hidro, rüzgâr, güneş ve biokütle gibi pek çok alan var. Bunların hepsinin yatırım maliyetleri birbirinden farklı. Çünkü teknolojileri farklı. Güneş tarafında yatırım maliyeti çok daha fazla. Yatırımın makul bir geri dönüşünün olması lazım. Burada yatırımın geri dönüş süresi çok uzun olduğu için hiçbir yatırımcı bu fiyattan güneş enerjisi yatırımı yapmak istemiyor.”
Boşça’nın verdiği bilgilere göre bu yatırımın geri dönüşü için fiyat garantisinin 18 avro/sent olması gerekiyor.
Bu kapsamda geçen yıl TBMM Enerji Komisyonu Başkanı Dr. Soner Aksoy’un bir kanun teklifi hazırladığını belirten Boşça, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu tasarı da 18 avro/sentlik bir fiyat garantisi vardı. Bunun üzerine bakanlık tarafından biraz daha çalışma yapıldı. Ardından bakanlık üzerinden TBMM’ye bir tasarı geldi. Bu tasarıda fiyat garantisi 18 avro/ sent üzerindeydi. Burada yerli imalatın desteklenmesine ilişkin madde vardı. Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan anlaşmalara aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle bu kanun tekrar görüşülmek üzere geri çekildi ve halen meclise geri gelmiş değil. Burada yeni bir kanun söz konusu değil. Var olan kanunda teşvik konusunda değişiklik yapılması amaçlanıyor.”
Kanunda yapılacak bu düzenlemeyle yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımıyla elektrik üretiminin önü açılmış olacak. Şu anda Türkiye bu alanda sahip olduğu potansiyele rağmen oldukça geride kalmış durumda.
Avrupa’nın 2010 yılına kadar ihtiyaç duyulan elektirik enerjisinin yüzde 20’sini yenilenebilir kaynaklardan karşılama hedefini hatırlatan Boşça, Türkiye’nin de bu paralelde hedefleri var ama gelişme söz konusu değil. Türkiye dünyadaki güneş radyasyon ışınım değerleri bakımından en önemli ülkelerden bir tanesi. Dünyada yaklaşık 20 bin MW’lık güneş enerjisi kurulum gücü var. Ama Türkiye’de henüz 1MW’lık bile yatırım söz konusu değil. Dünyada kapasitesi yanında Türkiye gibi potansiyeli yüksek bir ülkede yatırım olmaması enerji politikaları açısından bir handikap teşkil ediyor” diyor.
Konunun sadece teşvikle bitmediğini vurgulayan Boşça, şunları aktarıyor: “Bunun bir yol haritası var. Lisanslama süreci nasıl olacak? Rüzgâr enerjisi konusunda linsanslama konusu bile henüz çok güncel. Özetle burada sadece rakama odaklanmak yetmiyor. Burada gerek bakanlığın, gerek EPDK’nın yani Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun gerekse STK’ların rakam çıktıkan sonra sürecin hızlı ilerlemesine yönelik de birtakım altyaı çalışmalarının olması lazım.”
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı ‘Rüzgâr Enerjisine Dayalı Üretim Tesisi Kurmak Üzere Yapılan Lisans Başvurularına İlişkin Yarışma Yönetmeliği’ ile rüzgâr enerjisi şirketlerine 20 yıl süreyle geçerli olacak üretim lisansı sağlanmasını amaçlanıyor.
Düşük çaplı tüketim için düzenleme Türkiye’de yenilenebilir enerjiyle ilgili sektörün önünü açacak en önemli düzenlemelerden birinin de 500 kW altı lisanssız elektrik üretimi olduğunu vurgulayan Boşça, bu konuya ilişkin kanunda hüküm olmasına rağmen, bunun usül ve esaslarına ilişkin yönetmeliğin halen çıkmamış olmasının getirdiği sorunlara dikkat çekti. Boşça, “Bu konu da yaklaşık üç yıldır bekliyor. Bu madde evsel ve belirlenen birime kadar endüstriyel tüketimi kapsıyor. Bana kalırsa bu düzenlemeyle sektörün elektrik üretimine ilişkin önü açılmış olacak” diyor.
GENSED Kurumsal İletişim Sorumlusu ve CleanGlobe Kurucu Ortağı Ateş Uğurel:
“Çok geciktik!”
GENSED Kurumsal İletişim Sorumlusu ve CleanGlobe Kurucu Ortağı Ateş Uğurel, güneş enerjisi konusunda Türkiye’nin durumunu değerlendirdi.
Ekim 2009’dan bu yana yaklaşık 40 şirketin katılımıyla varlığını sürdüren Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği (GENSED), yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına dair kanunla ilgili çalışmalara yoğunlaşmış durumda.
Türkiye’de güneş enerjisinin kullanımının sürdürülebilir bir şekilde gelişmesi için çalışmalarını sürdürdüklerini kaydeden GENSED Kurumsal İletişim Sorumlusu ve CleanGlobe Kurucu Ortağı Ateş Uğurel, güneş enerjisi konusunda çok geç kalındığını; adımların daha erken atılması halinde çok farklı bir noktaya gelinebileceğini vurguluyor.
Güneş enerjisinin maliyetlerine değinen Uğurel, bu enerji türünün sadece ilk yatırım bedeli olarak daha pahalı olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Fakat, enerjiler arasındaki teknoloji farklılığını iyi ayırt etmek gerekiyor. Nitekim teknolojinin pahalılığı iki aşamada irdelenmeli. Bir ilk yatırım maliyetleri, bir de operasyonel maliyetler vardır. Yani sistemin kurulması ve sistemi kurduktan sonra size ne kadar masraf getireceği. Güneş santralı kurmak çok pahalı olmasına rağmen, işletmek bedavadır. İlk yatırım maliyeti ile tesisi kurduğunuzda ve tabloya 20 yıllık operasyonel giderleri eklediğinizde toplam maliyetini de görmüş olacaksınız. Aynı şeyleri doğalgaz ve kömürde yaptığınız zaman ise 20 yıllık toplamda güneş enerjisinin en ucuz enerji türlerinden biri olduğu sonucu ortaya çıkacak.”
Yabancı yatırımcı gelecek
Kanun tarafında yaşanacak olumlu gelişmelerin yabancı yatırımcıları da pazara çekmesi bekleniyor. Bununla ilgili soruya “Kesinlikle talep gelecektir” şeklinde yanıt veren Uğurel, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Almanya’da bu yılın sonundan itibaren teşviklerin azaltılması öngörülüyor. Ayrıca İspanya pazarında da kriz var. Bu yüzden hem Avrupa’da hem de dünyada ve Türkiye’de böyle bir kanunun çıkacak olmasının sözlü olarak ifade edilmesi bile bütün yatırımcı adaylarını heyecanlandırdı. Yatırımcılar arasında
Politikaların zamanında üretilmesi Almanya’yı öne çıkardı
Almanya’da Türkiye’nin toplam kurulu gücünün neredeyse dörtte biri kadar güce sahip güneş santralının bulunduğunu belirten Ateş Uğurel, “Buradaki kıyaslamada en önemli nokta Almanya’nın sadece güneş enerjisine bakışı değil, 50 yıllık tutarlı bir enerji politikasının olmasıdır. Zamanında bu politika oluşturulurken içinde güneş enerjisi de vardı. Dolayısıyla Almanya’nın hedefinde güneş enerjisine destek verip, sadece güneş santralları ve güneş enerjisi sistemleri kurmak değil; bu enerjiyi üreten teknolojiye sahip olmak da vardı. Çünkü diğer ülkelerde bu teknolojiyi de üretmek isteyen yerli ya da yabancı sanayiciler çıkacak. Almanya bu teşvikler ile aslında istediğini başardı. Şu anda gerekli teknolojiye sahip olan Alman şirketleri hem güneş paneli hem de güneş panelini üreten makineleri satıyor. Dolayısıyla Almanya, bu konuda çok büyük bir sanayi oluşturdu ve büyük bir ihracatçı oldu. Güneş enerjisinde kurulu güç olarak yaklaşık 10GW gibi inanılmaz bir değere ulaştı. Ancak unutulmaması gereken bir şey var; Almanya’nın bugün geldiği noktaya rağmen, Türkiye potansiyelini akılcı bir politikanın eşliğinde kullansa Almanya’yı çok rahat geçebilir” diyor.
Almanya’nın ve Avrupa’nın şu andaki gündeminde yaklaşık bir yıl içerisinde elektrikli arabalarda enerji depolamanın yer aldığını belirten Uğurel, şunları söylüyor: “Çünkü Almanya’da güneş enerjisi en çok öğlen saatlerinde üretiliyor ve yine bu saatlerde fazla tüketim olmuyor. Bu nedenle Almanya öğlen, belirli saatlerde ürettikleri elektriği elektrikli araçlarda depolamak istiyor. Bireyler aküsü dolu elektrikli arabaları ile akşam evlerine geldiklerinde, enerjinin çok daha pahalı olduğu akşam saatlerinde tüm elektrikli arabaları deşarj etme fikirleri var. Bu noktada milyonlarca araba olduğu bir senaryo düşünüldüğünde çok büyük bir kapasite elde etmiş olacaklar. Şimdi Almanya gibi güneşsiz bir ülkenin bize ütopya gibi gelen enerji politikasına bakın, bu noktada güneşli, rüzgarlı Türkiye’nin durumuna üzülürsünüz.”
bakanlıktan ya da EPDK’dan bilgi alarak bağlı bulundukları kuruma kendi ellerinden ayda bir rapor sunan kişiler bulunuyor. Aslında onlar da Türkiye’de daha 2-3 yıl bir şey olmayacağını biliyor. Stratejilerinde, İstanbul veya Türkiye üzerinden diğer Arap ülkeleri, Kuzey Afrika, Rusya gibi farklı yerlere hizmet götürmek yer alıyor. Bu da doğru bir strateji bence.”
Teknolojinin ağırlıklı olarak yurtdışından gelmesi ve bu konudaki eleştirilere değinen Uğurel, konuya şöyle açıklık getiriyor: “Diğer tüm enerji üretim santrallerimiz de çok büyük ölçekte ithal teknoloji ürünlerine bağlı. Bu ülkedeki doğalgaz çevirim santrallerinin buhar türbinleri, hidroelektrik santrallerin türbinleri, rüzgar türbinleri nereden geliyor? Bunların hemen hemen tamamını ithal ediyoruz. Hiçbir enerji türünde kendimiz teknoloji odaklı üretim yapmamışken, neden birden güneş enerjisinde yerli üretim istiyoruz? Yerli üretimin yapılabileceğini Almanya ve diğer güneş enerjisine teşvik verilen tüm ülkeler kanıtladı. Ama kimse önce yerli üretim yapıp, sonra pazarın oluşmasını beklemez. Bu serbest piyasa koşullarına aykırı bir durumdur. Hükümet, verdiği destekler ile pazarın oluşmasına destek verir ve oluşan pazar içinde de birçok yerli ve yabancı üretici Türkiye’de yatırım yapar. Zaten birçok üretici şirket de derneğimizin üyesidir. Güneş enerjisi; sürdürülebilir bir pazar oluştuğu anda, nükleer enerji ve doğalgaz çevrim santralleri gibi alternatiflere baktığımızda en rahat yerli üretime geçebilecek ve en çok istihdam yaratacak enerji türüdür.”
Mevzuat sorunu
EPDK tarafından 500KW altı yenilenebilir enerji kullanan sistemlerin şebekeye nasıl bağlanacağıyla ilgili yönetmeliğin çıkarılmadığını ifade eden Uğurel, “Mevzuat sürekli olarak TEDAŞ, EPDK ve Enerji Bakanlığı arasında gidip geliyor. Kime sorsanız ‘Ben üstüme düşeni yaptım diğerine sor’ diyor. Üç yıldır bir engelimiz var. Siz amortisman süresine hiç bakmayıp, ‘Fabrikamın çatısını güneş paneli ile kaplayacağım, isterse 30 yılda dönsün. Ben maliyetine bakmıyorum’ dediğiniz anda bile bir sorun var. Çünkü sistemin şebekeye nasıl bağlanacağı konusu ile ilgili bir yönetmelik yok ama kanunu var. Şimdiye kadar herkes ‘yarı-korsan’ uygulama yaptı. Sektör mensupları Toyota, Tesco, Schneider, Assan, Turkcell gibi çok büyük şirketlere uygulama yaptı ve hiçbir sorun çıkmadı. Nedeni de orada kurduğumuz sistemlerin işletmelerin içinde çok küçük kalması. Şebekenin diğer tarafına geçme şansı olmadığı için orada tüketilerek trafonun diğer tarafına geçecek hiçbir uygulama yapılmadı. Yönetmeliğin olmamasından dolayı daha büyük kurulumlar yapılamıyor” diyor.
Kanun sorunsuz şekilde kabul edilse uygulamaların hayata geçmesinin yaklaşık 2 yıl alacağını belirten Uğurel, şunları söyleyerek sözlerini sonlandırıyor: “Çünkü kanun çıktıktan belli bir süre sonra EPDK lisan başvurularını alacağı günü kabul edecek. Bu da ayrı bir sorun teşkil ediyor. Çünkü başvurular bir günle sınırlı tutuluyor. Yüzlerce yatırımcı sabahın köründe ellerinde onlarca dosyayla kuyruğa giriyor. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olmakla övünen Türkiye’ye hiç yakışmayan bir görüntü ve uygulama bu. Ayrıca lisans verildikten sonra EPDK santralların işletmeye alınması için de bir miktar süre verecektir. Tüm bunlari üst üste topladığımızda kanun çıkması ile ilk güneş santralinin şebekeye bağlanması arasında ortalama 2 yıl süre geçeceği öngörülüyor. Bu sebeple artık hiçbir bahane üretilmeden bu yıl içinde bahsi geçen kanunun anlamlı bir içerikle yasalaşması gerekiyor.”
Yenilenebilir kaynaklar konusunda zenginiz. Peki ya kullanımı?
Yenilenebilir enerji kaynaklarının etkin kullanımı konusunda Türkiye’nin notu çok yüksek değil. Kaynak konusunda sıkıntı söz konusu değil. Ancak bu kaynağı kullanma konusunda bir kısır döngü söz konusu. Buna karşın yerel pazarda bu konuya eğilen pek çok şirket söz konusu. Bu şirketlerden bazıları, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının etkin kullanımına dair sorularımızı yanıtladılar.
TETAŞ Enerji Yönetim Kurul Başkan Yardımcısı Okan Aras: “Türk insanının bu konuda bilinçlendirilmesi, devlet tarafından bu gibi yatırımların yapılması için teşviklerin verilmesi şart”
Aslında yenilenebilir enerji kaynakları bakımından Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında öne çıkıyor. Bu görüşü destekleyen TETAŞ Enerji Yönetim Kurul Başkan Yardımcısı Okan Aras, şu örneği veriyor: “Güneş bakımından Almanya’dan kat kat üstünüz. Orada 3-4 ay güneş almak gibi bir potansiyel söz konusu. Fakat bizim neredeyse bütün yıl güneş alma potansiyelimiz var. Buna karşın Almanya’dan çok geride bir yatırım durumuna sahibiz. Şu anda Almanya’nın gerek evlerde gerekse güneş santralları konusuda çok yaygın bir kullanım alanı var. Türk insanının bu konuda bilinçlendirilmesi, devlet tarafından bu gibi yatırımların yapılması için teşviklerin verilmesi şart.”
Bu konudaki yasal düzenlemede yaşanan belirsizliğe işaret eden Aras, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Adli tatile kadar olan sürede yasa tasarısı meclisten geçmedi. Burada önemli olan insanları teşvik etmek. Hiç kimse devlete elektrik satarak buradan para kazanmayı hayal etmemeli. Bu yanlış olur. Fakat öyle bir teşvik sağlanmalı ki siz evinizin çatısına bir sistem kurduğunuz zaman bu sistemin bir şekilde kullandığınız elektriğin haricinde fazla gelen elektriğin bir kısmını devlete vermeli ve oradan da kendi harcadığınız elektrikten parasını düşebilmelisiniz.”
Verimlilikle tasarruf karıştırılmamalı
Kişilerin evlerine kurdukları sistemlerde yatırımın geri dönüşü kullanılan elektriğin kapasitesine göre değiştiğini belirten Aras, “Normalde 1 watt’lık bir güneş enerjisi photovoltaic (PV) kurulumu maliyeti 3 ile 3,50 avro arasında değişiyor. Yani bir evin çatısına 1 kW’lık bir sistem kurmanın maliyeti yaklaşık 3 bin 500 avro. Burada kapasite kullanıma göre değişiyor. Kullanım kapasitesi ve diğer ayrıntıların hepsi en başından planlanarak sistem kurulmalı. Örneğin evde kullandığınız elektrik altyapısının ve ampul gibi kullanılan araçların hepsinin elden geçmesi gerekiyor. Öncelikle tüketmekte olduğumuz enerjinin verimliliğini sağlamalıyız. Türk insanının bir hatası var. Enerji verimliliği ile enerji tasarrufu her zaman birbirine karıştırılır. Gereksiz yere açıksa ampulü kapatmanız enerji tasarrufudur. Fakat oradaki ampulün kapasitesini değiştirmeniz ise enerji verimliliğidir. Bu ikisi arasındaki farkı önce anlayacağız, daha sonra bunu evimizde uygulayacağız ve evimizde uyguladıktan sonra sistem kurmaya başlayacağız.”
Türkiye’de söz konusu olan elektrik altyapısının çok da yeterli olmadığını belirten Aras, çarpık kentleşmeninse bu altyapıyı olumsuz etkilediğini vurguluyor. Aras şunları söylüyor: “Bu çarpık kentleşme dolayısıyla olması gerekenden daha düşük kapasiteli ve kalitesiz bir altyapı mevcut. Günübirlik çözümler üretilmiş. Elektrik direkleri çekilmiş, trafo merkezleri kurulmuş ve bunların ileride karşılaşabilecekleri sorunlar göz önüne alınmamış. En fazla birkaç yıllık bir planlama yapılmış. Fakat diğer yandan koşullar değişiyor. Örneğin artık hemen hemen her eve klima takılıyor. Bu artık lüksten çıktı; bir ihtiyaç haline geldi. Bundan beş yıl önce bu planlanmamıştı. Bu evlerin çekeceği elektrik çok daha fazla. Bu da bir elektrik krizine yol açıyor. Bizim elektrik krizini ortadan kaldırabilmemiz için alternatif enerji kaynaklarını değerlendirmemiz lazım. Mevcut doğal gaz, fosil yakıtlar ve benzeri kaynaklara göre altyapılar hazırlanmış durumda. Yenilenebilir enerjiyle ilgili son birkaç yıl öncesine kadar bilinçli bir çalışma yapılmamıştı.”
Güneş enerjisinde net olmayan noktalar var
Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nin yaptığı çalışmalardan sonra hareketlenmenin başladığını ifade eden Aras, şu değerlendirmeyi yapıyor: “1980’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’de yenilenebilir enerjiyle ilgili çok güzel çalışmalar yapıldı. Fakat bunlar hiçbir zaman kanuni bir düzenlemeye tabi tutulmadı. O dönemde rüzgar enerjisini konu alan bir düzenleme olmadığı için insanlar bu konuda bilinçlenme ihtiyacı duymadılar. Sadece birkaç girişimci bu konularda çalışmaya başladı. Rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının konu edildiği ilk kanun 2001 yılında yürürlüğe giren Elektrik Piyasası Kanunu oldu. Bu kanunla beraber rüzgar enerjisine verilen önem kanıtlanmış oldu. Bununla ilgili ilk ciddi girişim de 2005 yılında Yenilenebilir Enrji Kaynakları Kanunu ile ortaya konuldu. Bu kanunla birlikte Bandırma, Çeşme gibi noktalarda ortalama 150 megawatt’lık rüzgar santralları ortaya çıkmaya başladı. Bunlar Türkiye’de ilk örnekler oldu. Bununla birlikte bu alanda ciddi yatırımlar yapılmaya başlandı. Fakat Türkiye genelinde güneşlenme süresi çok uzun olmasına ve arazi yapısı çok uygun olmasına rağmen, şu ana kadar herhangi bir güneş santralı kurulmuş değil. Bu konuda çalışmalar yürütülüyor. Güneş enerjisiyle ilgili hizmet vermeye çalışan kişiler ve şirketler bu yönde çalışmalarını başlatmış durumdalar. Bu konuda devletten gerekli desteği almak için çaba gösteriyorlar. Meclisten geçmesi beklenen yasa tasarısıyla güneş santralları ve benzeri çalışmaların önü önemli ölçüde açılacak.”
Güneş enerjisi tarafında net olmayan ve yatırımcıların kafasını karıştıran noktalar olduğunun altını çizen Aras, bunu şöyle açıklıyor:
“Bugün güneş tarlaları konusunda yatırım yapmak rüzgar santralı kurmaktan kat kat pahalı bir operasyon. Rüzgarda 1 watt’ı bir avroya üretebiliyorsak; güneşte bu 3-3,5 avroya denk geliyor. Bu sistemlerin amortisman dediğimiz kendi yatırımını geri kazanımı vardır. rüzgarda sistemin kendini amorti etmesi 4 yıl iken güneş enerjisinde bu süre 8 yıldır. Fakat devletin alım garantisi rakamları bunu karşılamıyor.”
Aras’ın verdiği bilgiye göre Türkiye’nin şu ana kadar mevcutta ortalama 83 bin MW’lık potansiyeli söz konusu. Bunun dörtte birinin dahi kurulması Türkiye’deki enerji açığının büyük bir bölümünü kapatmak anlamına geliyor. Bu da ülke ekonomisine ciddi oranda bir katkı sağlıyor.
Tükenmeyen enerji kaynağı
TEMA Vakfı’nın yenilenebilir enerji kaynakları haricindeki kaynaklarla ilgili dünya rezervleri ve tükenme süreleri üzerine bir araştırmasına değinen Aras, “Örneğin petrolle ilgili 40 yıllık bir rezerv söz konusu. Doğal gazın 65 yıl; kömürün ise 200 yıllık rezervi var. Bu kaynaklar tükeniyor. Bu kaynaklar kullanılabilir. Ama diğer yandan yenilenebilir enerji kaynakları için de aynı altyapı çalışmaları yapılmalı” diyor.
Güneş ve rüzgar santralları ile üretilen elektiriğin bölgeye satılmasının söz konusu olup olamayacağını sorduğumuz Aras, şu yanıtı veriyor: “Bizim kendi içimizdeki enerji açığını kapatmamız uzun yıllar sürecektir. Çünkü Türkiye enerji ihtiyaçları hızla gelişen bir ülke. Bizim öncelikle