YÖNETEN-YÖNETİLEN GERGİNLİĞİ VE SİBER-UZAY
KÜRESEL
Yaz öncesi aylara kuşbaşı bakarsak, toplum ile ülke yönetimleri arasında sıcak gelişmeler görüyoruz: Gezi Parkı eylemleri ile başlayan Türkiye’deki gösteriler, Brezilya’da “Türkiye burada” pankartları içeren protestolar ve Mısır’da Tahrir Meydanı’nın tekrar canlanması… Bu arada, ABD’de 2007 yılında gizlice başlatılmış ve herkesin tüm Amerika içi ve dışı iletişimini NSA’nın (ABD’nin Milli Güvenlik Kurumu) gözetim ve kayıt altına almasını sağlayan PRISM adındaki elektronik izleme sistemini, Snowden’in Guardian gazetesine sızdırması üzerine başlayan toplumsal isyan havası…İngiltere’de, başbakan Cameron’un çocukları sözde internette pornografiden korumaya yönelik filtre uygulaması konusunda internet servis sağlayıcıları üzerinde baskı kuran gizli bir mektubun BBC’ye sızdırılması (http://tinyurl.com/n98r7gm) üzerine tepkiler…
Sivil itaatsizliğin de meşru bir parçası olduğu, sandığın gerekli ama yetersiz olduğu bir çağdaş demokrasi anlayışıyla, “ayaklanmalardan sonra?” sorusuna anlamlı bir yanıt bulmak amacıyla yukarıdaki olayların iki ortak yönüne bakalım: (1) Her biri, yönetenler ile yönetilenler arasında zaman içerisinde öfkeye dönüşen bir gerginlikten kaynaklanıyor; (2) Yaşamımızdaki hemen her konuda olduğu gibi, bu gerginliklerde de siber-uzayın önemli bir yeri, rolü ve gücü var.
Yönetenler ile yönetilenler arasındaki gerginliğin temel nedeni, güç dengesinin toplum aleyhine ve yönetenler lehine olmasından kaynaklanıyor. Toplumların seçme tercihlerini şekillendirecek doğru bilgilenme olanaklarına sahip olduğunu varsaysak bile – ki bu tamamen yanlış olur – önlerine 4 yılda bir konacak sandık ile yeterince güç sahibi olamadığını biliyoruz.
Yönetilenlerin gücünü artırmanın yolu siber-uzayın kontrolünde. Zaten, yukarıdaki ABD ve İngiltere örneklerinde, yönetenlerin siber-uzayı kontrol altına almak istemesi, bu gücü ellerinde tutma amacından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, farklı görüşteki bireylerin sadece ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olma amacıyla bir araya gelip ayaklanma “sonra”sının bu amaca yönelik sonuç vermesi, siber-uzayı toplumun, yönetilenlerin kontrol edebilmesine bağlı.
Bu nasıl olabilir? Hatta olabilir mi? Başka bir deyişle, siber-iyimserlerin (http://tinyurl.com/kbwkucj) haklı çıkması nasıl sağlanabilir? Bu sorulara yanıt aramak için tartışmaları anlamlı bir çerçeveye oturtmak gerekir. Larry Lessig, 1999’da yazdığı “Code and Other Laws of Cyberspace” (“Kod ve Siber-uzayın Diğer Yasaları”) – 2006’da “Code 2.0” ile güncellediği – kitabında, sistematik bir yaklaşım için yararlı olabilecek bir çerçeve sunuyor. Lessig’e göre, siber-uzay dört kaynaktan kontrol edilebilir: (1) Yasalar; (2) Toplumsal normlar; (3) Pazar; (4) Bilgisayar kodu.
MIT Medya Laboratuvarı direktörü Ethan Zuckerman geçen hafta yayımlanan bir kitap eleştirisinde, bir örnek olarak, ABD’deki NSA gözetimi karşısında bu dört kaynağı toplumun nasıl kullanabileceğini özetlemiş: (1) Amerikalılar, devlet gözetimini sınırlayıcı yasalar çıkarılması için parlamento ve başkan üzerinde baskı kurabilir (nitekim bu satırların yazıldığı sırada, ABD Savunma Bakanlığı bütçe yasasına bu yönde bir madde eklenmesi için yaygın bir kampanya sürüyor). (2) “Teröre karşı önlem için devlet yurttaşlarını gizlice de olsa gözetebilmeli” yaygın toplumsal görüşü değiştirmek için çaba gösterilebilir. (3) Tüketiciler, NSA ile işbirliği yapan şirketleri boykot edebilir. (4) Şifreleme yoluyla iletişim verileri korunabilir (nitekim, geçtiğimiz günlerde Google’da çalışan Vint Cerf’in mahremiyet ve şifrelemenin giderek önem kazandığını söylemesi üzerine, Google drive’daki dosyalara şifreleme getirme çalışmasına başlandı).
ULUSAL
SİBER-UZAYDA TOPLUM NASIL GÜÇLENİR?
Bu satırların yazıldığı gün (24 Temmuz), Serdar Kuzuloğlu’nun Radikal gazetesinde çıkan yazısında (http://tinyurl.com/kl42t4x) ABD’deki NSA skandalına ilişkin şöyle bir cümle var: “Bu yasadışı faaliyetin beyni NSA ise kendi vatandaşlarının bilgi edinme hakkı kapsamındaki sorularını klişe bir cevapla geçiştiriyor (bit.ly/15ZWd9k).” Buradaki bağlantıyı tıklayınca, karşınıza çıkan şu oluyor: “Ulaşmaya çalıştığınız internet sitesi İstanbul 12. Sulh Mahkemesi’nin 08.03.2013 tarihli 2013/209 D. İş ve / sayılı kararıyla erişime engellenmiştir”! Çifte kavrulmuş bir sansür!
Türkiye’de, hükümet siber-uzayı kontrol altına almak için çok sayıda yönteme başvurmuş veya izin vermiş durumda: 5651 sayılı kanun ile sitelere erişimi engelleme; tasarısı yıllardır hazır olduğu halde “kişisel verileri koruma” kanununun çıkarılmaması; PHORM ile yurttaş mahremiyetinin ihlaline göz yumulması; Cameron’un İngiltere’de savunduğu tür bir filtrenin çok önceden ülkemizde uygulanması; Blue Coat şirketinin sansür ve gözetleme ürünlerinin kullanıldığı iddiası (http://goo.gl/vRrgI) ve son olarak, Gezi protestolarından sonra sosyal ağlarda aktif olanların tutuklanması ile sosyal ağlara yeni “düzenleme” getirilme niyeti. Tüm bunlara ek olarak, NSA’nın gözetlediği ülkeler arasında Türkiye’nin de olduğu ortaya çıktı (http://tinyurl.com/l33gmvg).
Bu durumda, siber-uzayda güç dengesini toplumuz lehine çevirmek için neler yapılabilir? Lessig’in “Küresel” altında sunduğum çerçevesini kullanarak: (1) Kişisel verilerin korunmasına ilişkin yasanın çıkarılması için toplumsal baskı oluşturmak. (2) Toplumda yaygın ve özellikle önemli dört normu değiştirmek için çaba sarfetmek: gözetleme ve sansürü kaçınılmaz olarak gören, teslimiyetçi anlayış; filtrenin çocuklarını korumak için tek veya en iyi yöntem olduğu anlayışı; internetin kaotik yapısı karşısında hierarşik disiplin gerektiği anlayışı; güç karşısında “öğrenilmiş çaresizlik” duygusu. (3) Gözetleme ürünlerini kullanan telekom firmalarını, filtre uygulamasının reklamını yapan GSM operatörlerini ve bu konulara duyarsız medyayı boykot etmek. (4) Wikileaks’i başlatan Julian Assange’ın “bilgiyi şifrelemek, şifreyi çözmekten daha kolaydır” çağrısının gereğini yapmak. Ayrıca, kod geliştirme, hackerların hareket alanı olarak da önemli.
BİREYSEL
Bireyi etkisiz kılan durumu ifade eden bu İngilizce terimin en güzel açıklamaları Ekşi Sözlük’te okunabilir (http://tinyurl.com/mcx3452). İngilizce ‘slacker’ (aylak, miskin) ve ‘activism’ (eylemcilik) sözcüklerinin birleşimiyle oluşmuş, internet ve sosyal medyada yaygın bir davranış biçimi. Örneğin, sadece kendisiyle ayni görüşü paylaşanlarla slogan yarışı yapmak gibi, bir etkinlik yapma tatminini bireye vererek kendisini iyi hissetmesini sağlayan, aslında hiçbir etki yaratmayan bir davranış biçimi. İnternetin bireyi güçlendirdiği doğru, yeter ki bu gücü “slactivist” olarak kullanmakla yetinmesin.